| |
|
|
Başkanlık sistemi
Ne zamandı? Hatırladım: 1991'in Nisan ayı. Üniversiteden arkadaşım olan, siyaset bilimci bir akademisyenle sohbet ediyordum. Laf döndü dolaştı, o günlerde Cumhurbaşkanı Turgut Özal'ın ortaya attığı 'Başkanlık' tartışmasına geldi. O ana dek yumuşak yumuşak konuşan arkadaşım birden coştu... Bir bilim insanında olması gerektiğini düşündüğümüz sakinlikten eser kalmamıştı. Köpürerek şöyle dedi: " Başkanlık sistemini istemek Türkiye'ye ihanettir. " Bu laf, daha doğrusu bu tepki uzun süre zihnimde dolanıp durdu. Niye? Birçok ülkede başkanlık sistemi vardı. Peki bir siyaset bilimci niye bunu 'ihanet' olarak nitelendiriyordu? Sonra yavaş yavaş uyandım... Aslında burada başka bir şeyin tepkisi vardı. Duyduğu sıkıntı kabaca şöyleydi: Türkiye'de 1946'dan beri çok partili bir rejim var. Ancak bu, siyasetin sisteme hâkim olduğu anlamına gelmiyor. Adeta ikili bir yapı göze çarpıyor. Bir tarafta topluma kulak veren siyasetçiler duruyor. Diğer tarafta bürokratik geleneği sürdürenler. Dolayısıyla bazen bir parti hükümet olabiliyor ama iktidar olamıyor. Başkanlık sistemi ise ülkeye bambaşka bir hava getirebilir. Çünkü başbakan çok güçleniyor, cumhurbaşkanlığı ise kalkıyor. Bu durum yukarıda sözünü ettiğim ikili yapıyı bir tarafın lehine bozuyor. Tabii ikili ya da paralel iktidar yapısından beslenenler var. Bunlar çoğunlukla seçilmiş değil atanmış kişiler. Kendilerini devletin sahibi olarak görüyorlar. Başkanlık sisteminin çıkarlarına aykırı olduğunun farkındalar. Bu yüzden de direniyorlar. Direnişin çeşitli boyutları var. Biri, 'hukuk sitemimize uymaz' diyor. Bir başkası benim o arkadaş gibi, 'vatan hainliğinden' dem vuruyor. Kimi siyasi geleneklerimize uymadığını iddia ediyor. Tabii bunların hemen hepsi bir tür göz boyama. Asıl olay benim yukarıda söylediğim noktada kilitleniyor. "Sen ne diyorsun" diye sorarsanız... Ben eskiden de başkanlık ya da güçlendirilmiş başbakanlık sisteminden yanaydım, şimdi de öyleyim.
|