Kadınlar cezaevinde Sevgililer Günü...
Dün Sevgililer Günü'ydü... Ve ben, dün, bir Sevgililer Günü'nde kimsenin bulunmak istemediği bir yerdeydim. Ancak... Kendi adıma da, bir Sevgililer Günü'nü, olabilecek en "anlamlı" yerde geçirdim. İstanbul'da, bir Kadınlar Cezaevi'nde, 280 genç kız ve kadınla...
Dün, Edip Akbayram'la birlikte, Paşakapısı'nda "yaşayan" 280 genç kız ve kadın tutuklunun davetlisiydik. Şiirler yazmışlardı... Şiirler ezberlemişlerdi memleketin "mahpushane" gediklisi şairlerinden. Şiirler okudular. Şaşırtıcı bir şey yoktu okunan mısralarda... Hepsi; hürriyete, aşka ve hasrete dair şiirlerdi. Lakin; şaşırtıcı olan, okuyanlardı. Edip Akbayram'la bir ara göz göze gelip paylaştık bu şaşkınlığı... Cezaevindeki 280 tutuklu ve mahkumun büyük çoğunluğu yirmili yaşlarındaydı. Çoğunun fiziği düzgündü. Bazıları basbayağı güzeldiler. Hepsi bakımlıydılar. Türkçe'leri, duygularını ifade biçimleri kusursuzdu... Bir cezaevinin konferans salonunda değil, bir üniversitenin amfisindeydik sanki. Sahnede mikrofonu ellerine aldıklarında yaşadıkları heyecan, bir öğrencinin sınavdaki heyecanından farksızdı. Sanki, Sevgililer Günü için düzenlenen bu şiir yarışmasında; jürideki bizleri etkileyip birinci olurlarsa, hayatları değişecekti. Hayatları kurtulacaktı. Özgür kalacaklardı sanki. Oysa...
Oysa, veda edip ayrılırken, onlar bize iç avlunun merdivenlerinden el sallıyorlardı. Bizse, onlar için "erişilmesi imkansız"; bizim içinse çok olağan, sıradan bir İstanbul "telaş"ının içine dalıyorduk dolu dizgin. Hürriyet; bizim yaşarken zerrece aklımıza getirmediğimiz, onlarınsa bir an bile akıllarından çıkarmadıkları bir "soluk"tu havada. Sevgililer Günü; bizim için, bilmem kaç YTL'lik bir "kırmızı kalpli" ticaret; onlar için bedeli hesaplanamaz tepeden tırnağa hürriyete hasretti. Cezaevi savcısının sağladığı "insanca yaşam" koşullarında düşündükleri tek şey de, kaybettiklerine değip değmediğiydi işledikleri söylenen suçların... Savcı suçlarını sayıyordu 280 genç kız ve kadının... 82'si uyuşturucudan, 52'si cinayetten. Gerisini dinleyemedim. Dinleyemedik... Bir üniversite amfisinde olmadığımızı hatırlamıştık yalnızca... Ama, onlar bir zamanlar, o amfilerde, o sınıflarda, o sokaklarda, o sinemalarda, o evlerdeydiler işte... Onlara benzeyen "dışarıdakiler" gibi... Filmi başa sarmak için neler verirlerdi kim bilir? Dışarıdakiler; "kötü final"lerle sona sarılmamış kendi filmlerinin kıymetini biliyorlar mı peki? Her cezaevi Paşakapısı değil, tamam da... Ama, Paşakapısı'dan bakınca; dışarıyla içerisi arasında, başlangıçla son arasında, hürriyetle hürriyete hasret arasında ince bir tuğla duvar duruyor yalnızca...
Bu yıl Sevgililer Günü'nde ne yaptığınızı düşündüğünüz kadar, gelecek yıl Sevgililer Günü'nde ne yapacağınızı, nerede olacağınızı da düşünün şimdiden. Bu arada... Dün Özlem kızdan dinlemeseydik cezaevinde; bilemeyecektik, Nazım'ın "Tahir ile Zühre"sinin aşka dair yazılmış en güzel şiir olduğunu...
|