Benim gecekondularım şirindi!
Ne tuhaf bir duygu... İstanbul Avcılar'da yaşanan gecekondu olaylarını(!) ekranda izlerken "gecekonducular" adına en küçük bir üzüntü yaşamadım, içimden, "bırakın, tek gözlü gecekondularında geçinip gitsinler de" demedim! Onlar adına acıma duygusu hissetmedim, yüreğim paramparça olmadı! Aksine "gecekonducular"ı samimiyetsiz buldum, rantiyeci belledim, ali kıran baş kesen numaralarını ilkel buldum, "şiddet dizilerinden beslenmiş" öfkelerini tehlikeli gördüm...
Oysa, gençlik yıllarım, ilk gazetecilik zamanlarım "gecekonducular"la adı konmamış bir gönül bağıyla gelip geçmişti... Elbette çarpık kentleşmeye, çirkin yapılara, gecekondunun yaygınlaşmasına hatta "gecekondu" düzenine karşıydım ama "benim gecekondularım" ı polise, zabıtaya karşı eşkıyasavunmazdı! Ya da gecekonducular savunmasızdı! Çeteyle, mafyozi durumlarla ilgileri yoktu; amaçları " yapıp, işletip, satmak" değil başlarını sokmaktı! Yanlıştı belki, duygusal düşünüyordum evet ama öyleydi işte.. "Büyük kentlere göçün, geçim sıkıntılarının, hayat zorluklarının dayattığı bir zorunluluk" diye gecekonducuları "kısmen" çaresiz bulur, başlarına evlerinin yıkılmasına razı olamazdım... Ki o yıllar "kooperatif" yöntemiyle ev sahibi olmanın henüz gelişmediği, mülkiyetin "deveye hendek atlatmak kadar zor olduğu" bir dönemdi..
Gazeteciliğe, 80'lerin başında İzmir'de başladım... Merkeze kendimizi beğendirmenin yolu sıkı bir gecekondu yıkım haberi nden geçiyordu daha çok, adımızın, imzamızın Türkiye baskısında yer alması için en bildik ve çarpıcı haber ve fotoğrafın patlayacağı gecekondulara başvuruyorduk!! Ve haberler yereldi ama genele taşıyordu.. Ve İzmir, gecekondularıyla da ünlüydü, Tıpkı, Rio'nun gettoları gibi bir görüntü veriyordu üstelik... Ve açıkçası şirindi... Bir gecekondu yıkımında güya tarafsızız ama objektifimiz ve kalemimiz "gecekonducu"nun yanında yer alıyordu... Çünkü, kadın ve çocukların gözyaşları gerçekti, erkeklerin bakışları mağrurdu, hatta şaka bir yana "yıkılmadım ayaktayım" der gibiydiler! Tabii ki "evsiz kalacak olma endişeleri" samimiyet doluydu, zaten ağlayan gözlerle yıkım ekiplerinin buldozerleri yanında öylece dururlar, ana-kız, baba-oğul sarılıp sarmalanırlar içimizi parçalarlardı, biz de " gecekonducunun dramı" başlığını atar, içimizden geçenleri yazıp dururduk... İnanır mısınız, nasıl da muhteşemdi gecekondu evleri... Tertemiz, boyalı, badanalı iki metrekarelik avlularında ebruli, hanımeli çiçekleri yetiştirilen, yıkmaya kıyamayacağınız yapılardı.... Ve zaten o yıllarda kendimizce bir türküşarkı da bellemiştik... Hani, Yeni Türkü topluluğunun, meşhur "Şirin mi şirin gecekondu evleri, Samsun asfaltında otomobiller, ne güzeldir yollarda, olmak şimdi" diye gelip geçen şarkıyı söyler dururduk... Bir de şunu söylemem gerek ki, duygusal davranmamıza nedense biraz da dönemin zabıtaları yol açıyordu.. Haşindiler, tepki olmasa dahi, direnişle karşılaşmasalar bile kap kaçak, raf, dolap ve "evlerin içindekiler"e aldırmadan yıkıp geçiyor bazen sille tokat gecekondu sakinlerine girişiyorlardı...
Hayat değişti... Dedim ya Avcılar'a bakıp durduğumda "masumiyet"ten en küçük bir iz bulunmayan, hatta benzetmek gerekirse az biraz Trabzon sendromuna yakın bir durum görüyorum! Ne olmuş da!!! Avcılar varoşlarında, yakın zaman içinde ve böylesine yoğun bir gecekondulaşma "birdenbire bitivermiş", alan kim olmuş, kim razı gelmiş, neler dönmüş, oralar kimlere peşkeş çekilmiş bilemem... İlk bakışta hissettiğim, Avcılar olayının "tipik bir gecekondu meselesi" olmadığıdır... İçinden şiddet dozu yüksek hezeyanlar geçen, planlı programlı hareket eden, birilerine ya da birine(!) mensubiyetbağlılık taşıyan insanların "destekli kabarması"ndan öte bir şey değil! Zaten baksanıza, sonuca... Tek bir ev yıkılamadı, zabıtaların kaşı gözü yarıldı, emniyet kuvvetleri geri çekilmek zorunda kaldı.... Ve evler hiç de şirin değildi... Gözyaşı yoktu, mağrur portreler de yansımıyordu objektiflere... Bir de son söz... Doğrusu, geçmişte, gecekondu evleri ve sakinleri için taşıdığım hisleri.. Şimdi, Avcılar'da kaşı gözü yarılan zabıtalara, gözünden yaş gelen belediyecilere, taşlara kendini siper eden, olay yerini terk etmek durumunda kalan güvenlikçilere duyuyorum... Garipler, doğrusu çok çaresizdi...
|