Unutmamak
Ölümü kutsayanlar, bir kez daha sıradan, savunmasız insanları öldürdü. Bu eylemi ve işinde gücünde kadın ve erkekleri katletmenin meşru gösterilmesi mümkün değil. Bu eylemde kendini gösteren kötülük, başka kötülüklerin cevabıdır diye ya da onlara istinaden kabul de edilemez, "sui misal emsal olmaz". Perşembe sabahı yaşanan kötülük ve ölüme tapınma eylemi tam 10 yıl önce gerçekleşen bir başka kötülüğün anılmasının ise önüne geçmemeli. 8 Temmuz 1995'te başlattıkları iyi tasarlanmış ve Birleşmiş Milletler sisteminin tüm zaaflarından yararlanan bir harekat sonucu General Mladiç komutasındaki düzenli Bosna-Sırp ordusu ve Sırp çeteleri Srebrenitsa kentini ele geçirmişti. 11 Temmuz gününden itibaren Birleşmiş Milletler'in koruma altında olduğunu ilan ettiği Srebrenitsa kentine sığınmış yedi binin üzerinde Boşnak erkeği, ailelerinden koparılarak belirli noktalarda toplanmaya zorlandı. Bu erkekler sorguya çekildikten, işkence gördükten sonra ayakkabılarını çıkarmaları istenip katledildi. Savaş öncesinde 37 bin kişilik nüfusunun yüzde 75'i Boşnaklar'dan oluşan, gümüş madeni, inanılmaz güzellikteki doğası ve şifalı sularıyla ünlü Srebrenitsa, 1992-1993 yılında saldırıya uğradığında gerçek bir savunma destanı yazmıştı. Bosna direnişinin simgesiydi, şarkılarda kutlanmıştı. Savaş bittiğinde BosnaHersek'in parçası olan Sırp Cumhuriyeti sınırları içinde kalan kentte ise artık Boşnak yoktu. Bu katliamın gerçekleşmesi bölgeyi korumaktan sorumlu Hollandalı birliğin çaresizliğine, Birleşmiş Milletler sisteminin sakilliğine, Bosna liderliğinin değerlendirme hatalarına, Avrupa devletleriyle ABD'nin ikiyüzlü siyasetlerine bağlanabilir. Ancak son tahlilde bu kötülüğün mimarları etnik açıdan saf bir Sırbistan peşindeki Sırp milliyetçileriydi.
Yaşama azmiyle bedel ödetmek Aradan on yıl geçtikten sonra Bosna Sırpları'nın lideri Karadziç'in, katliamın komutanı Mladiç'in hâlâ yakalanmamış olmaları, geniş bir Sırp çıkar şebekesi tarafından korunmaları ise uluslararası sistemin adaleti açısından bir yüzkarasıdır. Sırplar'ın Bosna'da ve genelde Yugoslavya'da milliyetçi hayalleri nedeniyle yarattığı felaketin sorumluluğunu taşımamaları, katliamları inkârları ve başlarına gelen herşeyi Batı dünyasının kendilerine yönelik bir komplosu olarak görmeleri ise bir başka ibretlik olgudur. Bosna'da yaşanan ve insanın yüreğini yakan facia sırasında insanı insanlığından utanmaktan alıkoyan belki de yegâne unsur Bosnalılar'ın tavrıydı. Boşnaklar, Saraybosnalı Hırvat ve Sırplar'ın bir kısmı çok etnili bir Bosna'yı yaşatmak için mücadele etmişler, çağdaş insani değerlere sahip çıkmışlardı. Başlarında gerçek bir bilge olan ve her zaman rahmetle anılacak Aliya İzzetbegoviç'in olması da kuşkusuz bunun önemli sebeplerinden biriydi... Daha önemlisi maruz kaldıkları zulme rağmen Boşnaklar asla ölümün siyasetini yaşamın siyasetine tercih etmedi. Tıpkı kocası Ahmed, o meşum günde Sırplar'ca götürülen Kamile Omanoviç gibi... Genç kadın, işkence ve tecavüze maruz kalmamak için intihara teşebbüs etmiş. İki delikanlı tarafından kurtarılmış. Katliamdan 10 yıl sonra, nüfusun yüzde 40'ını yeniden Boşnaklar'ın oluşturduğu Srebrenitsa'ya dönmüş... İntihar etmeye çalıştığı fabrikada muhasebeci olarak çalışıyor. DNA testiyle kimliği tespit edilen kocasının mezarını ziyaret ederek huzur arıyor. Kamile hanım ve onun gibi şehirlerine dönenlerin öyküsü, aslında hayatı ölümün önüne koyabilenlerin öyküsü... Yaşadıkları acı ve haksızlıkları, şiddetin cazibesiyle değil yaşama iradesiyle ödetmek isteyenlerin öyküsü... Londra'da onlarca cana kıyan ölüm sevdalılarından çok farklı bir öykü yani...
|