Türk usulü müzakere...
Genişlemeden Sorumlu üye Olli Rehn'in dünkü Ankara temaslarıyla, AB ile müzakere sürecinin ilk resmi adımı atıldı. AB ile Türkiye mevzuat uyumunun gözden geçirileceği, "tarama süreci" nin başlangıç vuruşu da 20 Ekim'de "Bilim ve Araştırma" ile gerçekleşecek. Ankara'da sıkça yöneltilen soru ise şu: "Müzakereler hangi heyetle yürütülecek?.." Hükümet, bu soruya yanıt vermekten bugüne kadar kaçındı. Nedeni, Müzakere Çerçeve Belgesi tam ortaya çıkmadan, AB'ye taktik olarak "Her şartta müzakereye hazırız" görüntüsü vermemekti. Müzakere süreci açıldığında göre, bundan sonra nasıl bir yöntemle gidilecek? Hükümetin hedefi; AB'ye tam üye ülkelerin izlediği yöntemlerin dışında bir uygulamayı hayata geçirmek. Adalet Bakanı ve Hükümet Sözcüsü Cemil Çiçek'in deyimiyle: "Türk usulü müzakere yöntemini uygulamak ve süreci bürokrasi ile tamamlamak..." Bürokrasinin yapılandırılmasında da hükümetin planı farklı: Kuruluş gerekçesi AB ile ilgili işleri yürütmek olan AB Genel Sekreterliği'nin (ABGS) etkinliği azaltılacak. Kurumlar arası iletişim ve sekreterya görevini yürütmekle görevli olacak.
ABGS'ye üç aday Büyükelçi Murat Sungar'ın ay başında emekliye ayrılmasıyla boş kalan ABGS'nin başına kimin getirileceği konusunda da zaten henüz karar yok. Bununla birlikte, Dışişleri koridorlarında genel sekreterlik için şu üç isim dolaşıyor: AB Genel Sekreter Yardımcısı Büyükelçi Ahmet Acet. Son kararnameyle Türkiye'ye dönmeleri kararlaştırılan Seul Büyükelçisi Selim Konuralp ve AB Nezdindeki Büyükelçi Oğuz Demiralp ... Başına bir büyükelçi atanacak olsa da ABGS için öngörülen pozisyon, çekişme halinde olduğu DPT ile eş düzeye getirilmesi.
"Biz farklıyız" Dolayısıyla müzakereler sabit bir heyetle götürülmeyecek. Müzakere başlıklarına göre ilgili kamu kuruluşları sırayla devreye girecek. Nitekim, Başbakan'ın yakın çevresi de bu konuda karar alındığını dün açıkça dile getirdi. AB'ye üyesi müzakere sürecini sivil toplum örgütlerinin de bulunduğunu heyetlerle tamamladığını anımsattığımızda şu yanıt geldi: "Biz küçük bir ülke değiliz, bizim şartlarımız farklı..." Diğer ülkelerin baş müzakerecilerinin, en çok bürokrasiden yakındıklarını anımsattığımızda yanıt şöyle oldu: "Eğer bürokraside sıkıntı olursa, onu da Dışişleri devreye girip çözer. Kimse kendisine yeni bir kadro yaratılacak diye beklemesin..." Çiçek'in de benzer bir cümle ile soruya yaklaşmasından yola çıkılırsa, hükümetin kararlılığı kesin.
Sivil toplumun rolü Hükümetin, gerekçesi de şöyle: "Türkiye Slovakya, Çek, Macaristan, Polonya değil. Memur nüfusu diğerlerini katlayan Türkiye'de bürokrasi olmadan bir tek iş yapılamaz. Bir noktaya gelir tıkanır..." Hükümetin planına bakılırsa; AB'nin müzakere sürecinde "olmazsa olmazları" olarak gösterdiği sivil toplum örgütlerinin ağırlıklı yeri olmayacak. Sivil toplum, kendilerini ilgilendiren bir başlık açıldığında veya ihtiyaç duyulduğunda devreye sokulacak. Onun dışında, "danışılacak" statüde kalacak. Hemen belirtelim, hükümet eğer bürokratik yapılanmayla müzakere sürecini tamamlamayı düşünüyorsa yanılıyor. Ne kadar cevval olursa olsun, bürokrasi genetik yapısı dolayısıyla bazı eşikleri aşmakta zorlanacaktır. Sivil toplumun olmadığı, baskısının hissedilmediği bir müzakere sürecinin nasıl sonuçlanacağını görmek için de uzağa gitmeye gerek yok. Bazı reformların Meclis'ten hala neden çıkamadığına bakmak yeterli...
|