Gördünüz mü!
Zamanında "sosyal sınıf kimlikleri"ni zayi ettirmek, hükümsüz kılmak için bu kadar darbe, işkence, mapus ve ölüm saçmasaydınız... "Sınıf savaşı"ndan ürküp "milli kimlik, dini kimlik" diye tutturmasaydınız, vurdurmasaydınız, kırdırmasaydınız belki de bunlar gelmeyecekti başınıza. Herkes kimliğinin peşinde şimdi! Öcalan yeniden fır dönüp "Üst kimlik T.C. vatandaşlığı" derken bu kez Başbakan "dini kimlik" diyor. Şaka maka, ama "içeride ve dışarıda" şaşkınlık ciddi.
İnsanların, ailesinin sınıfıyla, o sınıfta kalarak, ondan koparak, işle güçle, toplumsal konumla, işbölümü içinde, yahut bilgiyle, idealle, farkındalıkla, mücadeleyle "edindikleri, sahip oldukları, sahip çıktıkları" kimlikler, yani "muhalif kimlikler", azap haline getirilince... Ne olacak ki, en doğalı, en doğalına sarılmaktı. Şeytan azapta gerekti. Hayatın, dilin, kültürün, toprağın, dağın, bağın, kuraklığın, çoraklığın, vatanın, onurun, gururun, bu dünyanın, öte dünyanın, ezilmişliğin, kaderin, tarihin, tarihsizliğin, talihin, talihsizliğin, ailenin, ahlakın, geleneğin, göreneğin, buyuranın, doyuranın, canın, tenin, bedenin, acının, sevincin, hayalin, hakikatin, tevekkülün, isyanın, kardeşliğin, düşmanlığın, sınırların, sınırsızlığın, yalnızlığın, aidiyetin, cemaatin, horlanmanın, şefkatin, hasımlığın, hısımlığın, korkunun, coşkunun, tutkunun... Artık ne eksik ne fazlaysa, her bi şeyin; et ve tırnak gibi, beden ve ruh gibi, doğar doğmaz "senin" olan, miras kalan, tam burada, o anda doğduğun için öyle olduğun, senden kopmaz ezeli ve ebedi bir manası bulunmalıydı. Milli kimlik, etnik kimlik, dini kimlik... Milletin efendisiyle kulunu, cemaatin zenginiyle fakirini, aşiretin ağasıyla marabasını buluşturan o "doğal birlik". İster "kızıl elma", ister yemyeşili; isterse "yasak elma".
İnsanlar, ezme güdülerini de, ezilmişliklerini de, en kolay ve yaygın biçimde "doğal kimlikleri"yle açıklar. Üstünlüklerin de, aşağılamaların da, aşağılanmışlıkların da çoğu zaman "en doğru" açıklaması, kim olduğun ve kim olmadığındır. Tarih boyunca mutlaka bunun köklerini, kendi köklerinde mutlaka bunun tarihini bulursun. "Milli" ders kitapları, tarihi, toplumsal dokuyu ve gerçeklikleri kurgularken, "birlikbütünlük" adına bu kimlikleri flulaştırır. "Milli" politikalar ise, yerine göre, başka tahakkümleri sürdürmek isterken bunların kimine sarılır, kimine darılır, kimini yüceltir, kimini hepten yok sayar.
Cumhuriyet, en korkulan ve "bölücü" olmadığında bile en "yarıcı" sayılan iki kimliği unutturmak, bastırmak ve "milli kimlik" altında eritmek arzusuyla başlamıştı. Eritmek ve arıtmak adına ne yapıldıysa, manzara ortada. Bugün pozisyonunuza göre "dinci"yi, "Kürtçü"yü suçlayıp her melanetin başı sayabilirsiniz ama... Her iki "doğal" kimlik birer siyasi kimliğe de dönüşmüşse, buharlaşmak bir yana katılaşmışsa, "milli doğrular"ın da yanlışları olmalı. 25 yıl önce halkın yüzde 90 küsuru 12 Eylül'ü destekledi. Onu, "anarşiyi önleyen milli müdahale" diye değerlendiren de, "Atatürk'ün mirası" gören de, gökten yağan ayetlerle "Allah'ın emri" sayan da oldu. "Sınıf mücadelesi"ni, istikrarsızlığı bir sınıf (ve dış mihraklar) adına bastıran darbecilerin onları destekleyen kiminize hediyesi şu olmadı mı: Güneydoğu'da neredeyse her aileye "Diyarbakır Cezaevi'nde işkence görmüş bir oğul, bir baba, bir kız, bir akraba" ve öfke, nefret, etnik kimliğine "şiddetle" sarılma arzusu. Örgütsüzlüğe, korkuya, siyasetsizliğe, "militer-liberal" ekonomiye teslim olmuş, yalnızlığını doğal dini kimliğinde aşmaya ve toplumsal tepkisini ya da ekonomik siyasi ihtirasını inancıyla ifadeye koşan daha büyük bir toplum kesiti. "Cumhuriyetçi milli askeri kimlik"in kökünü Orta Asya'da aradığı bir ülkedeyiz biz. Atış ve arayış serbest!
|