Yarım hikâye
Şöyle bir şey oldu: Büyük büyük arabalardan, kamyonlardan, uçaklardan, gemilerden, tanklardan, füzelerden... Nükleer denemelerden... Fabrika bacalarından, suni gübrelenmiş, ilaçlanmış topraklardan çıkan gazlar... Gazların, kimyasalların, her türlü atığın yayıldığı toprak, nehirler, göller, su kaynakları, bitki örtüsü, mercan kayalıkları, denizler... Biliyorsunuz, tükenmese bile, başka bir şey oldu. Doğa kendi kendini katletmemişti yani. Biz gelişmiş, büyümüş, çoğalmış, yatırım yapmış, üretmiş, tüketmiş, daha çoğuna ihtiyaç duymuş ve söke söke almış, kazımıştık. Şimdi, sapıttık ve şaşırdık ve elbette "haklı" olarak "doğal" dan korkma zamanı geldi.
Doğal ortamda yetiştirilmiş, koşarak, gezerek, zıplayarak, temiz havayı içine çekerek ve mis gibi yemleri yiyerek semirmiş tavuk ile körpe pilici, yarkası artık düşmanımızdır; yumurtası ise mayın. Çarşıdaki şarküteriler, mezeciler her zaman kapı önüne saman içinde dizdikleri irili, ufaklı, kimi çift sarılı yumurtalardan o eski gururlu, onurlu "Köy yumurtası" kimliğini sökmüşlerdi dün. İçine ettiğimiz doğa, artık düşman. Denizden korkup denizleri de kirleten çiftlik balıklarına sarılacağız. Danalar, çıldırmışlardı ya, her zaman delirebilirler; çünkü ot değil, et yiyorlar. Beyaz et için, aslında kanatlının kanadını kıran, onu doğadan çalıp seri üretime mahkum eden tesislere sığınacağız. Kabuksuz, sarısı beyazı ayrıştırılmış sınai yumurtayı tavsiye edecekler bize. Çocuklar tokuşturmayı bilmeyecekler artık. Belki vejetaryendiniz; yahut "organik gıda" ya dönmüştünüz. Hormonlu, ilaçlı, kimyasallı, güneşsiz, mevsimsiz, iri kıyım ama tatsız sebze, meyveden kaçmak istiyordunuz değil mi? Kaçmayın; sarılın. Çünkü, henüz kimse demedi, uyarmadı ama, en lezzetli sebzeler, yeşillikler elbet doğanın bağrında, doğal gübrenin desteğinde... ve biliyor musunuz, en iyileri ise, "güvercin gübresi" nezaretinde yetişir. Doğadan aldığını doğaya bıraktığı varsayılan kuşun, artık nasıl derseniz, kakası, boku, dışkısı zerzevata güç verir; lezzetine can katar. Azı karar, çoğu yakar. Öyle kuvvetlidir. Şimdi korkacaksınız!
Canımın içi şehirli, aydın, varlıklı, gezmeli tozmalı, dünya görgülü, afili, şık vatandaşlar, tiksinerek ve tiksindiklerini pek gizleyemeyerek, "Doğulu cahil insanlar ile onların büyük kentlerin kenarlarını mesken tutmuş ve kümes kurmuş hemşerileri" ne lanet okuyorlar. Bir an hakikaten öyleymiş gibi geliyor. Kümesin yanında görünen sadece onlar çünkü. Lakin; Boğaz'a kim sıçtı, hemşerim? Kenti saran şu duman, hangi bacalardan? Sermaye birikimi yaparken dostlarınız, atıklarını hangi derelere boca ettiler; filtresiz bacaların kusmuklarını nereye üfürdüler? Yeni ceza yasasının ertelenen en önemli maddesi, "düşünce suçları" değildi ki; adıyla sanıyla "çevre suçlarına ceza" ertelendi. Sermaye ürkmesin, doğa yağmasını az daha sürdürsün diye. Mahdumunuzun altındaki şu şahane otonun egzozu nereye boşalıp duruyordu? Marmara'dan denize girerdik hani; fabrikalar ile yazlıklar işgal edene kadar pislikleriyle. Şahane Bodrum körfezlerinde sere serpe yattığınızda akşamdan bıraktıklarınızın kokusu gelmiyor mu burnunuza? İdealiniz, dostunuz, müttefikiniz ABD 300 milyon nüfusuyla 6 milyarlık dünyanın zehirli gazının beşte birini üretirken bir itirazınız var mı? Dört başı mamur, korumalı, konaklı şu sitelerin yerinde hangi ağaçlar vardı? Meme kanseri mesela, neden çoğaldı? Kalpler neden yorgun? Ciğerler nasıl kömürleşti? Hava kirliliği ile rahim hastalıkları arasında bağ yok mu? Tamam, cehaletin yağması ve yıkıcılığı hep oldu da... Asaletin arsızlığına ne demeliydi? Hikayeyi hep yarım anlatıyoruz! Birkaç gün izin verir misiniz; iyi bayramlar dileğimle.
|