Nalına, mıhına...
İşi başından aşkın amma, Başbakan az vakit ayıracak, açıklık getirecek: Hangi gazeteci veya medya kuruluşu, kimden hangi menfaat veya beklenti, ne tür "bir şeyler karşılığında" Maliye Bakanı ile uğraşıyor; söyleyecek. En azından diyecek ki, şu şu yüzden yazılıyor bu yazılar. Misal, gazeteci vergi indirimi alıyor, ihale kapıyor, teşvik belgesi buluyor, ucuz mısır ithal ediyor, yumurtalarını büyük şirketlere pazarlıyor, SİT alanında cirit atıyor, bir gecede yüzde 15 TÜPRAŞ hissesi cebine giriyor yahut onun istediğinin cebine gidiyor, kendisi için yasal düzenleme yaptırıyor... Ne bileyim, işte böyle şeyler sayacak. Çünkü, okur soruyor: "Sen hangi avanta karşılığında Maliye Bakanı'nı eleştiren yazılar yazdın?" Demeye çalışıyorum ki... İlle de menfaat için yazı yazılmayacağı, haber yapılmayacağı gibi... Menfaat veya korku yüzünden de yazılmayan yazısı, verilmeyen haberi, atılmayan manşeti, sorulmayan sorusu, konulmayan fotoğrafı, açıklanmayan dosyası, açık edilmeyen isimleri vardır memleketimin. Ama Başbakan bunları açıklayacak işte; çünkü bir şey biliyormuş gibi yapıyor, hepimizi zan altında bırakıyor ve böyle işlerin olabileceğini hangi deneyimler sayesinde bildiğini merak ettiriyor.
Biz, tüm kalbimizle doğru bir gazetecilik için uğraştığımıza inanıyorsak... Bu açıklamayı isteyeceğiz. Bu gölge altında kalmak bizi mutsuz edecek, huzursuz edecek, öfkelendirecek. Başbakan'ın yanı başındaki gazetecilikten gelme danışmanlar, her birimizi yakından yahut uzaktan tanıyanlar, bu duygunun ve öfkenin ne olduğunu anlayacak, anlatacak. Hükümet, parti, seçmen içinde de "artık yeter" duygusu yaratan bir tüccar siyasetçiliği haber ve yorum konusu yapmayanın asıl, gazeteciliğinden şüphe edileceğini kavrayacaklar.
Sonra, elbette çuvaldızı elden bırakmayacağız. Şu soruyu da soracağız: "Başbakan, bu ülkede menfaat, beklenti, bir şeyler karşılığında haber ve yazı yazılabildiği bilgisine nereden sahip" diye düşüneceğiz. Sesli düşüneceğiz. Ve başka meslek kuruluşları, "infial" eden çok sayıda yönetici ve yorumcu meslektaş, hemen önüne, azıcık geriye, biraz da maziye gidecek... Gelecek. Bu iddiaları hak edebilecek bir şeyler olmadı mi hiç, diye muhasebe yapacak. Gözünün önünden mamul ve sipariş manşetler, aklının ucundan gizlenen haberler, dilinin ucundan yazamadığı yazılar, kulağının dibinden "yukarıdan arzular" la işinden, yerinden, yazısından olan meslektaşlarının sesi şöyle bir geçecek.
Sonra, bir çuvaldızı da Başbakan, Başbakan Yardımcısı, bakanlar, danışmanlar... onlar sıkı sıkı tutacak. Şöyle derinden bir soracaklar: Medyayı partinin, hükümetin işleyişine karıştırmamakta elbette hakkı olan bizler, medyaya, gazetecilere karışma, yazdıklarına, çizdiklerine müdahale etme hakkına sahip miyiz? "Bir şeyler karşılığında" yazı yazılması, haber yapılması bizi hakikaten tüm kalbimizle rahatsız ediyor mu, yoksa bunlar yalaka ve yandaş oldu mu, öpüp başımıza mı koyuyoruz? Yani, "Bizim, siyaset ve gazeteciliğe dair, demokratik ve ahlaki, tutarlı bir ilkemiz var mı?" diye soracaklar; "Yoksa yok mu?" Sıra tekrar bize gelecek: Kızıyoruz filan da... Bizim o ilkemiz var mı ve sağlam mı? Kükrerken aslanlar gibi, azıcık düşüneceğiz!
|