| |
|
|
Çizgimiz sabit ama görüntümüz biraz oynak...
Türkiye'nin Lübnan'da görevlendirilecek BM Barış Gücü'ne asker gönderip göndermemesi üzerindeki tartışmalar, elbet yapılmalı. Bu tartışmalar, Batı Avrupa ülkelerinde de yapılıyor. Aynı şekilde ABD ile İngiltere Irak'a askeri müdahalede bulunurken de benzer tartışmalar yapılmıştı. Fransa ve Almanya, bu müdahaleye çok açık biçimde karşı çıkmışlardı. Türkiye'de ise TBMM, 1 Mart Tezkeresi'ni kabul etmeyerek, müdahalede yer almamıştı. Bütün bunlar hem doğaldır hem de demokrasinin kaçınılmaz gerekleridir. Burada bizi yani Türkiye'yi diğer " Batılı " ülkelerden ayıran bir ince çizgi var. Türkiye'de bu tür uluslararası sorunlara ilişkin tartışmalar yapılırken, bunların sonucunda sanki Türkiye'nin başka bir dünyayı tercih etmesi arayışı varmış gibi konular ele alınıyor. Amerika'nın izlediği politikalar, İsveç'te de, İngiltere'de de, İspanya'da da yoğun biçimde eleştirilip, tartışılmakta. Ama bu tartışmalarda İsrail'in Amerikan destekli saldırgan tutumu yerilse bile, kimsenin aklına Suriye'den yana olmak veya Hizbullah'ı desteklemek gelmiyor. Kimse dış politika çizgisini kökten değiştirip, "Artık Batılı olmaktan vazgeçelim" demiyor.
BATILI OLMAK Türkiye'de ise bu tartışmaları yapanlardan bir bölümü olaya "Din kardeşliği", diğer bir bölümü ise "Anti-emperyalizm" açısından yaklaşıyor. Bu arada iktidardaki AK Parti'nin Türkiye'yi "Arabize" ve "İslamize" etmesi endişesini seslendirenler de, anti-Amerikan söylemlerine "3'üncü Dünyacı" sloganları ekleyip, din öğesi çıkartılmış bir Batı düşmanlığının sözcülüğünü yapıyorlar. Türkiye'yi müttefiki ve yüzyıla yakın süredir kültür ve kader ortaklığı yaptığı ülkelerden ayıran fark, bu tartışmaların içeriğinde yatmakta. Cumhuriyet'in ilanı ile Batı'nın alfabesini, hukukunu, siyasi kurumlarını ve nihayet demokrasisini benimsemişiz. Batı ülkeleri ile hem ikili antlaşmalar imzalamışız, hem de onlarla birlikte uluslararası kurumları oluşturmuşuz. Son olarak da AB ile ortak olmak için, A'dan Z'ye devlet ve idare yapımızı, onlara uyarlamak hedefli süreci başlatmışız. Ama hala sanki Türkiye, bütün bunları reddedip, bir başka dünya görüşünün ve siyasi coğrafyanın içine her an geçebilir gibi bir izlenim vermenin ne anlamı olabilir? Bu her alanda böyle sürekli yaşanırsa, bu ülkenin geleceğine dönük istikrar beklentisi nasıl kalıcı olabilir? İç politikada her an "Ya laik demokratik düzen yerini şeriatçı düzene bırakırsa" diye endişe edeceksin. Dış politikada her an ABD ile ipleri kopartıp, mesela "İran'a veya Suriye'ye daha yakın olunabilir" içerikli düşünce çeşitlemeleri yapacaksın... Bu tablo ne Türkiye'nin çıkarlarına, ne evrensel aklın gereklerine, ne de dünya gerçeklerine uygundur.
DENEYİM SAHİBİYİZ Ortadoğu ve Kuzey Afrika'daki tüm ülkeler, Türkiye'nin artık kurumsallaşmış laik demokrasisine ve dış politikadaki istikrarlı çizgisine sahip olmaya özenirken, bizim, onların problemlerle dolu dünyasının parçası olmak için düşünce alıştırmaları yapmamızın akla sığar yanı olabilir mi? Lübnan'a asker göndermek veya göndermemek, güncel koşullar ışığında ve hem dış politikanın hem de askerliğin kendine özgü hesapları yapılarak verilmesi gereken bir karardır. Türkiye bu tür bir dış askeri görevle ilk kez karşılaşmadığı için, kararını deneyimlerine de dayayarak daha sağlıklı belirleyebilir. Ama bu kararı siz dış politikanızda sanki bir temel yön değişikliğine dayayarak verecekmişsiniz gibi bir hava yaratırsanız, işte o zaman gerçekten bunalımlı Ortadoğu'nun çıkmaz sokaklarına dalmak niyetlisiymiş gibi bir izlenime sebep olursunuz.
|