Ne mümkünse!
6-7 Eylülleri hazırlayan, kışkırtan gazete, gazeteci olmak nasıl bir duygudur mesela? Yani, kurulmuş insanlar azgın kurtlar gibi hemşehrilerinin dükkanlarını, evlerini yağmalarken, o zemini hazırlayan gazetecinin vicdanı hiç mi tahrip olmaz! 12 Eylülleri hazırlayan, kışkırtan, önünde selam duran, yamaklığını yapan gazete, gazeteci olmak nasıl bir duygudur? Yani, sinsi sinsi yolu döşenmiş, süngüsü ile sehpası içeride, kökü dışarıda bir darbenin kuyruğunda bulunmak, 26 yıl sonra dahi, bir tutam utanç taşımaz mı insanın kalbine! 28 Şubatları filan tahrik eden gazetecilik türü, andıç kuşluğu, talimatlı muhabirlik, yazarlık, eline tutuşturulmuş manşette, yazıda imza olmak nasıl bir duygudur? Bir gün bir kusma hissi sökün edivermez mi, şöyle boğazından!
Şimdi de, "Tuzak, muzak" denip insanların, üstelik acıyı en yakından hisseden bazılarının "içten tepkileri", mücadelede "başka yollar da olamaz mı?" diyen soruları da boğulmak isteniyor. İlle sürekli nefret! Korku, öfke, kin güzergahında insanların zihnini, vicdanını, aklını ve hayatını rehin alan bir şiddet. "30 bin ölü" diyorduk; yani cumhurbaşkanları, başbakanlar, yargı, siyaset, millet, komutanlar, medya da böyle diyordu. "30 bin ölü" nün içinde, "teröristin katlettikleri" ile "terörle mücadelede öldürülen teröristler" toplanıyordu. O toplamayı resmen devlet yapıyordu. Hemen hemen, yarısından fazlası asker, polis şehit 10 bin kişi ile 20 bin terörist! 30 bin 40 bine gitti. "Terörle mücadele" sadece teröristle mücadele olsaydı, bunca yeni yasaya, düzenlemeye, kah demokratikleşmeye, kah geri adım atmaya, kimi komutanın en azından "ekonomik tedbir" diye seslenip durmasına da gerek kalmazdı. "Terörle mücadele" nin başarısı, şehit ve ölü terörist sayısı ile doğru orantıda artsaydı, ne devletin dahi ayırmadan "30 bin ölü" dediği o anormal büyük sayının acısını duymanın, ne cenazelerde her türlü öfkenin, ne farklı yollar düşünmenin manası olurdu.
"Terör gölgesi" nde demokrasi talep etmek, kendi siyasi, iradi, zihinsel bağımsızlığını kuramamak, idrak edememek, silahlı otoritenin altında büzülmek ve o oranda da itilmek, kakılmak gibi bir kaderin elindeki DTP, önceki gün "Hemen ateşkes" çağrısı yaptı. Farkı ve önemi, doğrudan tek muhataba, üstüne düşen terör gölgesine, gölgesinde kaldığı örgüte yapılmış çağrı idi. Daha önemlisi, gerekçesini, "İstek tabandan geldi" diye açıklamasıydı. Yani, orada, artık daha fazla ölüm olmamasını isteyen, cehennemden çıkmak isteyen, ülkeden, ülkenin ruhundan kopmak istemeyen bir taban da vardı. "Türk" soyadlı bir "Kürt" siyasetçi, parti genel başkanı olarak söylüyordu bunu. Ne yapalım şimdi? "Günaydın" mı diyelim? "Sen kimsin lan?" mı diyelim? "Terör muhatap alınmaz" mı diyelim? Diyelim, tamam. Demokratikleşme isterken, antidemokratik, tahakkümcü, kör terör kaynağı, Ortadoğu tezgâhlarında oyuncaklaşmış örgüt gölgesinde kalanları özeleştiriye de çağıralım. Tamam. Ama, büyük bir devlet, büyük bir millet, birbiriyle ortaklıklarının da farkında bir halk, açmazını aşmak, çıkmazından çıkmak için düşünce ve yöntem ile duygu da geliştirendir. Bunu siyaset haline getirebilendir. Yapabiliriz aslında. Belki de asıl cesaret, cendereden çıkmak, ölümcülerin gölgesinden kurtulmaktır! Kâbusçuların yatağında çığlık çığlık kalkıp akla ve vicdana koşmaktır!
|