Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Hayat notları: Öyküleri içinde saklı

Saatli Maarif Takvimi'nin kopan her sayfasında, sanki simgeleşerek akıp giden zalim zaman teknesinde, şairlerin kaleme aldığı şiirlerin, romanların, edebiyat serüvenlerinin hep kendine özgü hikayeleri ve kahramanları vardır. Birini hatırlatarak başlayalım bu yazıya.
Ne demişti güzel şair Özdemir Asaf, o çok sevilen Lavinia adlı şiirinde, yıllar yıllar önce:
"Sana gitme demeyeceğim.
Üşüyorsun ceketimi al.
Günün en güzel saatleri bunlar.
Yanımda kal.

Sana gitme demeyeceğim.
Gene de sen bilirsin.
Yalanlar istiyorsan yalanlar söyleyeyim, İncinirsin.

Sana gitme demeyeceğim,
Ama gitme Lavinia.
Adını gizleyeceğim
Sen de bilme Lavinia."

***
Çok sayıda insan, gençlik yıllarında sevdiği kıza okumak için bu şiiri ezberlemiştir. Özellikle bizim yaşıtlarımız. Bilmem belki de hala ezberleyen vardır.
Aslında Lavinia, platonik bir aşkın ürünü. Gerçek hikayesini ise Türkiye İş Bankası Yayınları'ndan çıkan değerli yazar Haluk Oral'ın 'Şiir Hikayeleri' adlı kitabından öğrendim.
Lavinia'nın gerçek adını, ilk kez geçtiğimiz aylarda yitirdiğimiz değerli sanat adamı Mücap Ofluoğlu, yıllar önce 'Bir Avuç Alkış' adlı kitabında açıklamış.
Lavinia, gerçekte Mevhibe Beyat. Kitapta bir gençlik fotoğrafı var. Gerçekten güzel bir kadınmış. Güzel Sanatlar Akademisi'nde okuduğu yıllarda da; güzelliği, cana yakınlığı, dostluğu ile hep insanları etkileyen, çevresine ışık veren bir kadın.
İşte o kadın, Özdemir Asaf'ın 'platonik aşkı', Lavinia'sı olmuş. Ama Mevhibe Hanım, Özdemir Asaf'a hiç aşık olmamış.
Yine de ortaya bu tablodan, güzelim Lavinia şiiri çıkmış.
Ama sonrasında ilginç bir yanı daha var hikayenin; Lavinia, yani Mevhibe Hanım, İlhan Selçuk'a aşık olmuş ve 1952 yılında evlenmişler. İlhan Selçuk ise yıllar sonra bir 14 Şubat Sevgililer Günü'nde, "Pencere" adlı ünlü köşesinde yazmış Lavinia'nın hikayesini olgunlukla ve güzellikle...
***

Çok güzel bir kitap yazmış Haluk Oral. İyi bir araştırmanın ürünü.
Kitapta çok sayıda şiire konu olmuş kadınların hikayeleri dışında, Nazım Hikmet'in ünlü Kurtuluş Savaşı Destanı'nın (Kuvayı Milliye Destanı) ilginç hikayesi var.
Yıl 1937. Şehir: Ankara. Şevket Süreyya Aydemir'in evi. Nazım Hikmet, İspanya İç Savaşı'nı anlatan bir şiir okuyor.
Çok büyük bir coşkuyla okuyor.
Düşünün o günlerin tablosunu.
Evde Emniyet Genel Müdürü Şükrü Sökmensüer de var.
Sökmensüer de, Nazım'ın şiir okuyuşundan etkilenerek duygulanıyor ve gözleri yaşarıyor.
İşte tam bu anda Nazım Hikmet'en bir dilekte bulunuyor.
Özetle diyor ki: "Ey Nazım, hiçbir şair henüz bizim Kurtuluş Savaşımız'ın yazdığı destanın, halkımızın gösterdiği fedakarlığın şiirini yazmadı. Yaz Nazım, sana yakışır. Anadolu'nun destanını yazmak sana yakışır."
İşte o anda Kurtuluş Savaşı Destanı'nın ilk hikayesi, ilk duygusunun eşliğinde başlıyor.
Sonra aynı Nazım, ne yazık ki yoktan yere hapiste olduğu Çankırı Cezaevi'nde 1940 yılında yazmaya başlıyor destanı. Sonra 1941 yılında Bursa Cezaevi'nde tamamlıyor destanın ilk halini.
***

Değerli Haluk Oral, bir nevi edebiyat kazıcılığı yapmış. Çoğumuzun hızla okuyup geçtiği, belki bir dize, belki yalın bir roman olarak baktığı, çok sayıda ebediyat ürünün perde gerisini hepimizin önüne sermiş. Ahmet Arif'in ilk kitabının hikayesi, 'Hasretinden Prangalar Eskittim'in nasıl yazıldığı. Yahya Kemal'den Orhan Veli'ye, Necip Fazıl Kısakürek'ten Ahmet Haşim'e uzanan; güzel insanların, güzel duygular eşliğindeki bir geçit töreni.
Okuyup, akıp gidiyorsunuz.
Kitap bir de, sanki hayatın nasıl hızla akıp geçtiğini ve her anın değerinin nasıl bilinmesi gerektiğini, bilinçaltında bir kez daha hatırlatıyor insana...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA