Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SÖZÜN ÖZÜ ÜNAL ERSÖZLÜ (EGE)

Baharın gelişi

Erken bir bahar havası yayıldı ortalığa. Kırmızı gelincikler çıktı. Yol kenarındaki papatyalar insana yaşama sevinci veriyor. Ağaçlar canlandı. Güneş içimizi ısıtıyor. Radyoda 'baharı bekleyen kumrular gibi' diye bir şarkı çalıyor. Ama bazen bütün bu güzellikler arasında; insan "maskeli bir toplumda" yaşadığı duygusuna kapılabiliyor nedense...
İnsanlar içlerinden geldiği gibi değil de, genelde başkalarının istediği gibi yaşıyorlar sanki...
Her gün paylaşılan ve dağıtımı yapılan yeni roller...
Sürekli makyaj tazeleyen insanlar... Makyaj tazeleyen bir toplum...
Değişen maskeler; duruma göre takılan maskeler...
Yüzlerce kadın, yüzlerce erkek... Yaşamak, ne kadar ciddi bir iş oysa...
Yarın ölecekmiş gibi, zamanı anlayarak yaşamak...
Yaşamı tanıyarak, severek, hissederek yaşamak...
Belki de kendimizi bilerek yaşamak... En önemlisi kendimizi adım adım tanıyarak... Yaşamak...
Bir ömrü güzelliklere adamak... İyilikler ile dans ederek yaşamak...
Bizdeki klasik anlatımla; adam gibi, adam olmayı öğrenerek yaşamak...

***

Can Yücel şöyle demişti ölmeden önce yazdığı ironik bir şiirinde:
"Ne yaman, zor imiş yonca yolması
Bizim memlekette adam olması."
Gerçekten de bizim memlekette
"adam" olmak ne çok zor değil mi!
Hayatta ve ayakta kalmak için çabalıyoruz ama; ardından sadece bütün olumlulukları tüketmek için hayatta ve ayaktayız sanki... Sanki böyle bir tüketim kuralı varmış gibi...
Sanki kötülükler üstümüze üstümüze yürüyormuş gibi...
Bazen duygu ve estetik yoksunluğundan yola çıkan, çarpık manzaraların çokluğuna vermek mi lazım acaba bu durumu? Ya da bütün sanatların en yücesi olan "insan olma sanatı" üzerine düşünmek mi gerekli sık sık acaba? Kalabalıklardan uzaklaşıp; önce kendimize bakmak mesela...
Hep duyarız... Hani o çok eski bir hikayede; babanın oğluna söylediği gibi, adamın kral olması pek önemli değil de; "adam" olması önemliydi... Türkiye de durmadan "bir şeyler olup", aslında "adam gibi adam" olamayan adamlar ile dolu değil mi? Belki de yaratma ve hayatı değiştirme tutkusundan uzak oluş hali, biraz bu nedenledir...
Güzellikler, sadece anında tüketilmek için, "güzellik gibi" görülüyor çünkü bizde... Bir bedel anlayışı... Verdiğinin karşılığını anında hemen alma göçebe duygusu... İnsan ilişkilerinde bile bir "tahsilat" durumu...
***

Bu cennet ülke, aslında ne çok güzelliklerle dolu...
Doğası, tarihi, geçmişi, onuru, özverisi, havası, suyu, toprağı....
Ama biz uzak kalıyoruz bu cennet ülkenin güzelliklerini görmekten ve bazen çoğaltmaktan da sanki... Bu yazıyı yazarken, aklıma Gündüz Vassaf'ın Cehenneme Övgü adlı kitabında aktardığı İngiliz bir madenci çocuğunun minik öyküsü geldi.
Çocuk annesine sorar:
-Anne üşüyorum, sobayı yakamaz
mısın?
Anne yanıtlar:
-Kömürümüz yok oğlum.
-Neden?
-Çünkü paramız yok.
-Neden?
-Çünkü baban işini yitirdi.
-Neden?
-Çünkü madende kömür fazlası var.
Bizde böyle değil mi? Her şey var... Bütün güzellikler.. Üstelik kömür de var...
Ve ona rağmen, biz sürekli üşüyoruz... (Daha önce yayınladığım bir Hayat Notları'nı yeniden paylaştım bu hafta izninizle.)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA