ENTEL NEDEN 'ALEYKÜMSELAM' DEMEZ?
- Laik Ama Kutsal kitabınızda modernlikle dindarlığın bir arada olabileceğini savundunuz.
- Aslında savunmaktan öte, böyle yaşadığımızı düşünüyorum. Türk toplumunun çağdaşlıkla muhafazakarlığı, modernlikle dindarlığı bağdaştırdığını gözlemliyorum. Çünkü toplum dinden vazgeçmedi, ama modernliğin birçok unsurunu da benimsedi. Ama dini benimseyen, dinden vazgeçmeyen halkın modernlikten anladığıyla, kendilerini elit gören entellerin modernlikten anladıkları birbirinden farklı. Enteller kendi ideolojik histerilerini çağdaşlık-modernlik kisvesiyle halka yutturmaya çalıştılar aslında.
- Neyi mesela?
- Kendimden bir örnekle anlatayım. Ben Müslümanım ve dinimin benden talep ettiği şeyleri yapmaya, yasak kıldığı şeylerden kaçınmaya çalışıyorum. Mesela içki içmiyorum. Modern eğitim sisteminin okullarında yetiştim. Londra Üniversitesi'nde doktora yaptım. Dini de biliyorum, psikolojiyi de, sosyolojiyi de. Avrupa'nın ünlü yayınevlerinden biri kitabımı yayımladı. Ama burada kendi üniversitemde birkaç yıl önce katıldığım Cumhuriyet Bayramı resepsiyonunda bana uzatılan kadehi reddettiğimi gören bazı öğretim üyeleri bana 'gerici' dediler.
BUNLAR MODERNİTENİN PAPAZLARI
- Hâlâ böyle insanlar var mı akademide?
- Olmaz mı? Bu arkadaşlarımız kendilerini 'modernitenin papazları' olarak görüyorlar ve neredeyse bir 'Modernlik İlmihali' yazacaklar. Oysa din adamları bile kimin dindar sayılıp kimin sayılmayacağına karar verme yetkisini kendilerinde görmüyor. Neyin modern neyin modern olmadığına da onların karar verme hakkı yok. Aslında bu açıdan gericiler, çünkü Amerika'da Mormon mezhebinin üniversitelerinin kampüslerinde bırakın alkollü içkiyi, kafein içerdiği için çay, kahve, hatta cocacola satışının yasak olduğunu bilmiyorlar.
- Enteller filan deyince Enteller Aleykümselam Der mi? kitabınızı hatırladım. Der mi?
- Popüler kültürle din ilişkisi üzerine yazdığım yazıları derlediğim bir kitap bu. Bir yazımda da Türk entellerinin din algılarını ve halka yukarıdan bakışlarını eleştirdim. Psikiyatrist Cem Mumcu'nun bir benzetmesi vardı. Çok hoşuma gitmişti: 'Yeryüzünde ölüsünü gömmeyi bilmeyen tek tür vardır; o da Türk entelleridir' demişti. Şunu kastetmişti: Entellerin cenazeleri olur, cami avlusuna gelirler, orada dikilirler, cami cemaati olmazsa ölüleri ortada kalır. Bu yazımda Cem Mumcu'yu şu mizansenle destekledim. Nişantaşı'ndaki bir ofise bizim Çankırılı amcamız 'Selamünaleyküm' diyerek girse ne olur? Bizim entel bu selamlama şeklinden hoşlanmaz ve o amcaya garip garip bakar. Bu tepkisinin iki nedeni vardır. Birincisi, dinî referans içeren bir hitap şeklinden hazzetmez. İkincisi, 'Selamünaleyküm' demeyi alt kültüre ait bir şey olarak görür. 'Selamünaleyküm' hitabı ona sınıf farkını hatırlatır. Halbuki, selam veren amcamız belki namazlı niyazlı birisi de değildir. Ama o entel, bu hitabı aşağılayıcı bir şey olarak görür. Çünkü entel, dinin kültürü besleyen en önemli unsur olduğunu kabullenmez. Avam olarak gördüğü insanların, dinî kültürle bezenmiş olmalarını içine sindiremez.
- Dünyada da böyle mi?
- Bizim entellere mahsus bir durum bu. Bir Cezayirli sosyalist olabilir, ama 'Selamünaleyküm' denildiği zaman, 'Aleykümselam' der. Bizim entelin derdi aslında sınıfsaldır. 'Alt kültür insanının Nişantaşı'nda benim sağımda solumda ne işi var?' sancısıdır aslında bilinçaltındaki kompleks. 'Otobüs durağında bekleyen türbanlıya evet, ama cipe binen türbanlıya hayır' sendromudur olayın aslı. Özal'la başlayan süreçte olup bitenin adı sınıf mücadelesidir. Anadolu'nun hakkını aramasıdır. Türban... kamusal alan... laiklik... Bunların sadece sembolik çatışma alanları.
GELENEK, ATEŞİ CANLI TUTMAKTIR
- Gündeme getirdiğiniz Anadolu'nun hakkını araması konusunu biraz açabilir miyiz?
- Türkiye'de dindarlık hep iki şeyle özdeşleştirildi yıllardır: Yoksulluk ve cehalet. Bu iki sıfat dindarlığın makus talihi olarak görüldü. Aslında yanlış bir modernlik algısıydı bu. Mesela dindar futbolcu olamazdınız, dindar siyasetçi olamazdınız, dindar üniversite hocası olamazdınız, dindar subay hiç olamazdınız. 'Kamusal alan' safsatası bunun için icat edilmişti. Şimdi bu makus talih yenildi; tabiri caizse Anadolu uyandı ve çevreden merkeze yerleşti. Merkezdeki elitlerle Anadolu arasında bir sınıf mücadelesi yaşandı. Şehirleşme veya iç göçlerle merkezdeki yapı ve görüntü değişti. Modernliği, çağdaşlığı kendi tekellerinde görenlerin alışık olmadığı bir durumdu bu. Karşılarında çağdaşlıkla muhafazakarlığı, modernlikle dindarlığı buluşturan yeni bir sınıf vardı. Bu sebeple bu yeni sınıfı kabullenemediler. Cipe binen başörtülüyü, keman çalan türbanlıyı kabullenemediler.
- Modernlik filan derken aklıma fakültenizin web sayfasında yayınladığınız bir mesaj geldi. O mesajda gelenekten söz ediyorsunuz 'Biz geleneğiz, dinin sadece kitaplarda değil, hayatta olması gerektiğine inanıyoruz,' diyor ilahiyatçılara da böyle bir misyon biçiyorsunuz.
- Hayattan kopuk bir ilahiyatın anlamı yok. 'Dinli hayat, hayatlı din' ilahiyat eğitiminin hedefi olmalı. İlahiyatçı hayatın içinde olmalı. Mahalle camisinden bîhaber olmamalı. Öğrencilerime sürekli hatırlattığım bir sözüm var: 'Siyasetçi için halk ne ise, ilahiyatçı için cemaat odur.' Biz ilahiyatçılar işin gönül tarafını biraz öteledik, örseledik. Böyle olunca da halkın gerisinde kaldık. Geçen ay ailecek umreye gittik. Bizim kapıya her pazar süt getiren amcaya umreye gideceğimizi, haftaya süt getirmemesini söyledik. 'Benden selam götürün,' dedi ve gözleri yaşla doldu. Bu duyguyu kıskandım. Ben aynı duygu yoğunluğunu yaşayamıyorum. Hiçbir ilahiyatçı arkadaşım da beni umreye bizim sütçü gibi uğurlamadı.
- İlahiyatçıların gelenekle bir problemi mi var?
- Biz ilahiyatçılar geleneği küçük gördük yıllardır. Mevlidi küçümsedik mesela. Şimdi ilahiyattaki öğrencilerimizin yüzde 1'i bile okuyamaz mevlidi. Kendi ellerimizle Mevlit geleneğini yok ettik. İnsanları dinle buluşturan bir mekanizmanın elimizden kayıp gitmesine katkıda bulunduk. Oysa ömürlerinde en az beş kez dinle buluşuyordu insanlar mevlit sayesinde. Düğünde, sünnette, doğumda, ölümde, asker gönderirken mevlit okuturdu insanlar. Şimdi bu geleneğin yerine koyacak bir şey bulamadık. Geleneği külleri savurmak zannettik. Külleri savurmasak da olur, dedik. Ama geleneğin sadece külleri savurmak değil, aynı zamanda ateşi canlı tutmak olduğunu bu yüzden idrak edemedik.