Politikayı saymazsak, sadece futbolun konuşulduğu bir ülkede yaşıyoruz. İçinde türlü dalavere ve çirkinlik dönmesine rağmen, futbol tüm gündemimizi şekillendiriyor. Ülkenin ortalama durumunu kolaylıkla saptayabileceğiniz Twitter'da, konu hep
Fenerbahçe,
Galatasaray ve diğerleri. Üstelik bu gündemin içerisinde spor adına da -istisnalar dışında- hiçbir şey yok. Nefret, fanatizm, ırkçılık maalesef Türkiye'de spor olarak adlandırılan yegane şeyin, futbolun temel yapı taşları. Aklıselim hiç kimse, Türkiye'de kendisinin ya da çocuğunun 'futbolcu' olmasını istemez. Bu yüzden Olimpiyat'la geçirdiğimiz son iki hafta; sporun güzelliğine, iyiliğine, insanları bir araya getirebileceğine dair inancımı tazeledi.
TÜM DÜNYAYI ETKİLEMEK
Londra'daki olimpiyatlar -yaşımın getirisiyle midir bilmem ama- benim izlediğim en etkileyici ve görkemli olimpiyatlardı. Elbette bunda teknolojinin sağladığı o muhteşem yenilikler sayesinde, işin içine evimizde otururken dahi daha fazla girebiliyor olmamızın da payı var. Yaygın olarak kabul gören gerçek,
Londra Olimpiyatları'nın spor açısından "Bir nesli etkilemek," arzusunu yerine getirdiği yönünde. İş bununla da bitmiyor. Eğer benim alanım açısından bakarsak, Londra kültürel anlamda da, müzikal açıdan da bütün dünyayı etkilemeyi başardı. Gerek açılıştaki, gerekse kapanıştaki isimler; sporun yanı sıra müziğin de sınırlar ötesi bir ilham kaynağı olduğunu hatırlattı. Son üç gününü yerinde, İngiltere'de izleme fırsatı bulduğum Londra Olimpiyatları'nın benim için dönüm noktası,
Hyde Park'taki kapanış seremonisiydi. Hayır, bu sizin TV'de izlediğiniz kapanış seremonisi değil.
Bombay Bicycle Club,
New Order,
The Specials ve
Blur'ün sahne aldığı seremoniydi bu. Londra Olimpiyatları'nın kapanış gününde şehirde yüzlerce resmi etkinlik oldu. Bunların içerisindeki en büyüğü -Olimpiyat Stadı'ndakinden sonra- Hyde Park'ta gerçekleşendi. Biz biletlerimizi aylar önce -etkinlik sold out olduğu için- 200'er pound'dan almıştık. Şans bu ya, iki gün kala akredite olduğumuz için, bu büyük yatırımımız elimizde kaldı. Hayatımın ilk 'karaborsa' bilet satışını da bu vesileyle gerçekleştirdim. Blur için bizden çok daha uzun mesafe katetmiş iki Çinli'ye, 60 pound'dan bıraktık biletleri. Onların ucuza bilet kapatma sevinci, bizim içecek parasını kurtarma mutluluğumuzla birleşti. 80 bin kişilik, dünyanın her yerinden insanların barış ve mutlululuk içerisinde izlediği bir performanstı bu. Hyde Park'ın, "Keşke bizde de benzeri olsa," diye gıptayla bakılan ağaçlarının ortasında tarihi bir gündü bu. Etkinliğin duygusal patlama yaptığı an ise, İngiltere'nin en önemli topluluklarından
Blur'ün sahnede olduğu iki saatlik zaman dilimiydi. Blur elbette -sesin biraz kısık olması dışında- performansın başından sonuna muhteşemdi. Sözün bittiği yerler vardır ya, Londra Olimpiyatları kapanırken böyle bir yerde bulunduğunuzda gerçekten söyleyecek çok az şey kalıyor. İşleyişin mükemmelliğine bakınca, "Bizde nasıl olurdu?" diye düşünüp üzülüyor insan. Bu iş sadece üç tane spor salonu yapmakla bitmiyor. Ki onu yapsak bile sporcularımıza gösterdiğimiz ilgi alaka da ortada. Ama işin bir de kültür boyutu var. Onlar bize müziğin en güzellerini sundular. Peki biz kimi koyardık o sahneye?
Sezen Aksu'yu mu?
Tarkan'ı mı? Başka? "İmkan verilse
Madonna gibi olurdum," diyen
Yonca Evcimik'i mi?
Madonna olamayan
Hande Yener'i mi?
Sinan Akçıl'ı mı? Yoksa
Serdar Ortaç o zamana kadar
Pink Floyd şarkılarını söylemeyi öğrenip bizi kurtarır mı? Parada anlaşabilirler mi acaba? Mesela Blur, performansı için toplam 300 (yazıyla üç yüz) pound almış. "Önemli olan olimpiyat ruhu," diyerekten. Ruh yeter mi acaba bizimkilere? Yoksa Olimpiyatlar'ı, hani oldu ya, almamızın ardından sadece müzisyenler değil, herkes tuttuğunu koparabilmeye mi çalışır? İnsanın tadı kaçıyor bunları düşününce. Kabul edelim, herkesin sadece kendini düşündüğü bir milletiz. Bu yüzden de hiçbir zaman 'toplumsal bir doyuma, mutluluğa' ulaşamıyoruz. Olimpiyatlar sürecesince benim Londra'da gördüğüm en önemli şey; herkesin ama herkesin mutlu olduğuydu. Hyde Park'taki Blur konseri de bunun en güzel örneklerinden biriydi. Siz de iki saatliğine "Bir başka hayat var," diyebilmek istiyorsanız, konserin yakında çıkacak olan DVD'sini mutlaka alın. Yüzünüze birazcık gülümseme gelsin. Mutlu olmak ayıp değil.