Zenginler ve zenginlik de sinemaya konu olabilir. Yoksulluk kadar dokunaklı hikayelere esin vermese de... Ve sinemanın zengine ve sermayeye bakışı, çok ilginç filmlere yol açabilir. Welles'in müthiş bir medya baronunun öyküsünü anlattığı
Yurttaş Kane'den beri bilinen bir gerçektir bu.. Son dönemdeyse bu açıdan yeni zirvelere çıkıldı. Ve adları
Wall Street/Borsa (ve devamı
Wall Street 2/ Para Asla Uyumaz), Pursuit of Happyness-/Mutluluk Peşinde, A Good Year/İyi Bir Yıl, Margin Call/Oyunun Sonu, Up in the Air/Aklı Havada, The Descendants/Senden Bana Kalan vb.olan filmler, bizlere kapitalizmin de anlatacak öyküleri olduğunu ve para çevresinde dönen gayet ilginç filmler yapılabileceğini gösterdiler.
GÖRÜNTÜ ALDATICI
Belgeselden gelen yazaryönetmen Nicholas Jarecki, ilk konulu filminde bu yan türe el atıyor. Ve bize zengin işadamı Robert Miller'ın öyküsünü anlatıyor. Dev bir şirketin patronu, evinde karısı, yetişkin kızı, oğlu ve torunlarıyla bir insanın isteyebileceği her şeye erişmiş gözüken Miller'in, aslında nasıl bir çıkmazda olduğu çabucak anlaşılıyor. Yanlış bir yatırım nedeniyle şirket batmıştır ve olay duyulmadan onu satması şarttır. Öte yandan, o aile mutluluğu da yalandır, çünkü kendisinden çok genç bir Fransız ressamla aşk yaşamaktadır, ona bir daire bile tutmuştur. Ancak bir araba kazası, her şeyi altüst edecek ve olaylar birbirini izleyecektir. Sermaye odaklı olmasının yanı sıra, 'hayatı değiştiren kaza' temasıyla da Fransız Claude Sautet'nin ünlü filmi
Les Choses de La Vie/Hayat Bağları'nı hatırlatan film (Bu filmin Amerikan çevrimi olan
İntersection'da da Richard Gere oynamıştı!), ilgi çekici biçimde başlıyor ve oyuncularından aldığı destekle bu ilgiyi sürdürüyor. Richard Gere, olgunluk yaşında eriştiği deneyimi çok iyi kullanıyor.
Pretty Woman veya
American Jigolo gibi filmlerin havalı jönünden gerçek oyunculuğa terfi bu. Ve umarım ilk Oscar adaylığını -belki ödülünü de- gerçekten alır. Susan Sarandon nispeten kısa rolünde her zamanki gibi kusursuz. Tim Roth'un komiseri ve Laetitia Casta'nın 'metresi' de yerli yerinde kompozisyonlar. Ama film nedense andığım filmlerin düzeyine erişemiyor. Ne kapitalizme radikal bir eleştiri getiriyor, ne hikayede büyük sürprizler var. Ve de bunca olanağa rağmen herşeyi berbat eden o şapşal adamla özdeşleşemiyorsunuz, tersine neredeyse "Oh olsun!" diyeceğiniz geliyor! Ve rahatça izlense de, yarınlara kalacak ve belleklere yerleşecek bir film olamıyor.
ENTRİKA (Arbitrage) **