Terrence Malick'e ilk filmleriyle başlayan hayranlığım, 2011 Cannes Altın Palmiye'sini alan
The Tree of Life/Hayat Ağacı ile birlikte şüphe ve kaygıya dönüşmüştü. Kimilerinin çok sevdiği filmin içine girememiş ve onu artık kendi yolunda gideyim derken saplantılarının içinde kaybolan, bir büyük sanatçı olsa da bunu kitlelere kabul ettirmek için en küçük bir çaba göstermeyen bir egosantrik kişilik olarak düşünmeye başlamıştım. Bu yeni filmi bizi barıştırmadı, tersine o kanımı iyice pekiştirdi. Günahı boynuma! Malick bu kez Rus olduğu anlaşılan, ama tüm dilleri konuşan bir genç kızın Amerikalı hayat arkadaşıyla yaşadığı ilişkiyi konu alıyor. Anlatıyor demiyorum, çünkü anlatılan bir şey yok. Bu alabildiğine estetik film, bizi eski Paris'in göbeğinden Oklahoma'da yemyeşil alanlarla kaplı bir Amerikan banliyösünün anonimliğine atarken, kişilerini açma zahmetine girmiyor. Nasıl girsin ki, hemen hiç diyalog yok. Daha çok iç monologlar, kırık dökük cümleler ve sanki ruhun derinliğinden gelen kişisel çığlıklar var. Filmin ana kahramanları, Marina- Neil çiftinin yanısıra kendi arayışını yaşayan İspanyol kökenli bir papaz, Neil'in eski gözağrısı bir kız, Marina'nın kimi arkadaşları. Marina çokluk Fransızca konuşuyor, papaz ise İspanyolca ve İngilizce. Arada İtalyanca da var. Neil ise zaten hiç ağzını açmıyor! Malick bize bir yandan çift olmanın zorluklarını ve mutluluğa erişmenin neredeyse imkansızlığını, öte yandan insanın mistik arayışını ve Tanrı'ya erişme çabasını anlatıyor (gibi). Papazın Hazreti İsa'yla konuşmalarına karşın filmin tümü, Hıristiyanlıktan çok belli bir panteizmi akla getiriyor. O son derece güzel doğa manzaraları ve dünyamızın nefes kesici güzelliğiyle... Bu açıdan, film bir yerde
Hayat Ağacı ile buluşuyor. Ben Affleck, sanki filmin içinde kaybolmuş. Tam bir çam yarması gibi dolanıp duruyor. Fransa'da yaşayan Ukraynalı manken Olga Kurylenko filmin ana kozu. Öylesine ki, film sanki onun için yapılmış bir belgesele benziyor. Onu izlemek aslında zevkli. Ama gözümüz doysa da, zihnimiz ve yüreğimiz tatmin olmuyor. Ve filmin rahvan akışı içinde bunalıyoruz. Belki asıl sorun şu: Malick büyük şeyler söylemek, başta birey ve Tanrı ilişkisi, o iddialı temaları deşmek için biraz fazla Amerikan kalıyor; naifliğini gerçek bir düşünce sistematiğiyle örtemiyor. Benzer alanlara uzanagelmiş Bunel, Bergman, Antonioni, Tarkovsky gibi Avrupalı sanatçıların olgunluğu onda yok. Amerikan taşrasından gelip bu evrensel, ezeli ve ebedi temalara uzanmak inandırmıyor. Gerçi sinemasını tümüyle küçümsemiyorum. Ama filmleri giderek bir sanatçı mastürbasyonuna dönüşüyor. Ve de
Badlands,
Days of Heaven,
The Thin Red Line,
The New World filmlerinin yaratıcısı, sinemayı radikal biçimde değiştirmek için yola çıkıp bir süre de bunu yapar gözüken, ama sonra biryerlerde yolunu kaybeden sanatçılar kervanına katılıyor.
AŞKIN İZLERİ (To the Wonder) *
Yönetim-senaryo:
Terrence Malick, Görüntü:
Emmanuel Lubezki, Müzik:
Hanan Townshend, Oyuncular:
Ben Affleck, Olga Kurylenko, Javier Bardem, Rachel McAdams. Amerikan filmi