Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SEDA DİKER

Tanrı ile bağ kurmak

Kumral, ufak tefek, tipik bir Türk kadınıydı. Uzunca bir süre erkekler ile olan ilişkisi üzerine çalışmıştık. Başarılı da olmaya başlamıştı. Her şey yolunda gibi görünüyordu. Artık huzurluydu. Anne ve babasıyla yaşadığı problemler bile yok olmaya yüz tutmustu. Oysa ben, henüz yapmam gerekenlerin hepsini yapmadığımı biliyordum. Duygu dönüşümleri çok kısa sürede gerçekleşir ama bunun kalıcı olduğu zannedilse de, değildir.
Aradan iki-üç ay geçtikten sonra bir gün bu tatlı, kumral kadın yeniden bana geldi. Ve hayatında yapayalnız kaldığını, her şeyin tepetaklak gitmeye başladığını söyledi.
Korkmuştu, çünkü bu kadar çalışmanın boşa gittiğini düşünüyordu.
Ah bu yönlendirmeli meditasyon teknikleri ne güzeldir... Koltukta gözlerini kapatmış hayal kurarken, birden kendisini boşlukta öylesine dururken buldu. Sordum: Ne hissediyorsun? Kendini nasıl bir hikaye içinde görüyorsun?
Anlattıklarını dinlerken, çok ilginç bir öyküye rastladım. Tıpkı Hollywood filmleri gibiydi. Kendisi bir uzaylıydı.
Ve insanlığın henüz iki büklüm, taş devri döneminde dünyaya inerek onlara yardım ediyordu.
Örtünmelerini, kavga etmemelerini öğütlüyordu. İşin ilginç yanı, ırkdaşları onu bu yardımlar için cezalandırmıştı, çünkü dünyayı ele geçirmek istiyorlardı. Ve kendisini, orada sonsuza dek kalmak üzere, uzaya boşluğuna fırlatmışlardı.
Bu tip hikayelerde genelde kişinin üçüncü taraflarla konuşma yapması sağlanır. Ve biz bunu yaptık. Ama ardındaki asıl problem nedir bilir misiniz? Yaradan ile olan kopukluğumuz...

SEVMEYİ DEĞİL, KORKMAYI ÖĞRENİYORUZ
Genellikle ona sığınmak aklımıza gelmez. Hatta gelse bile "Nasıl olsa beni kurtarmaz," diyerek denemeyiz bile... Bu çalışmada da öyle oldu. Ve en sonunda, henüz tüm derin duygular canlı iken, Yaradan ile sevgi ve güven bağı oluşturduk. Normal zamanda karşılıklı oturup bunu 40 kez söyleseniz de, kişinin duyguları değişmez. Sadece karşılıklı farkındalık artışı yaşanır ama bu, gerçek hayattaki davranış modelini değiştiremez.
Bir başka gün, yine çok hoş, sarışın, çok sevdiğim bir hanım geldi. Onunla ben değil, başka kişiler uzunca süre çalışmış ve çok da başarılı sonuçlar almışlar. Ama gelin görün ki, bu değişimler ve artan farkındalık, erkeklerle olan ilişkisine yansımamış. Hâlâ mutsuz.
Hâlâ gerçek sevgiyi almakta ve vermekte zorlanıyor.
Onunla da benzer bir çalışma yaparken, aniden kendisini siyahlar içinde buldu. Sanki çok kötü bir insan gibiydi. Ölmüş ama etraftaki herkes bembeyazken, kendisi simsiyahtı. Artık Yaradan'a doğru ilerlemesi gerekiyordu. Herkes, tüm kalabalıklar ona doğru koşarken, kendisi çekinerek bir kenarda duruyordu. "Neden?" diye sordum. "Bilmiyorum. Beni kabul etmiyor. Ben siyahım diye.
Ama o da beni hiç korumadı ki... Hep başıma kötü şeyler gelmesine izin verdi. Madem beni sevmeyecek ve korumayacaktı, öyleyse neden yarattı beni?
Gidemem. O beni kabul etmiyor."
Bu duygu size de tanıdık geldi mi? Pek çok insanın derin duygusal belleğinde, bilinçaltında artık yerleşmiş olan bu duygu, hayatımızı etkiliyor. Hem de fena halde. Artık sevilmediğimizi, korunmadığımızı düşündüğümüz zaman elimize kılıcımızı alıp adaleti kendimiz sağlamaya çalışıyoruz çoğu kez. Ya da hayata küsüp umutlarımızı kaybediyoruz. Bazen de kendimizi olur olmaz suçluluk hislerinin pençesinde bulup, türlü şekillerde cezalandırıyoruz. Çünkü biz Yaradan'ı sevmeyi, onun tarafından sevilmeyi değil, korkmayı öğreniyoruz. Sonuç olarak kendimizi yargılıyoruz. Ona teslim olamıyoruz.
Haydi itiraf edelim. Bu korku, zihnimizdeki Yaradan ile bildiğimiz saygı ilişkisinden çok daha derinde.
Ama var. Kökünde, bilinçaltındaki ölüm korkusu yatıyor. Bu da, 'Hayatta her şey güzel giderken, her an her şey bozulabilir. Güvende değilim' olarak açıklanabilir. Her şey kontrol altında değilse, kendimizi sebepsiz bir endişenin pençesinde buluruz. Oysa, hayatta her şeyi kontrol edemeyiz ve etmemeliyiz de...

SEVGİ VE TESLİMİYET
Burada teslimiyeti ve Yaradan ile sevgi bağımızı hissetmeyi öğrenemezsek, korkularımızı asla temelli silemeyiz. Bir şeyler muhakkak bizi yeniden tetikler. Eğer Yaradan ile sevgi ve teslimiyet bağı kuramazsak, bilinçaltımız bunu otomatik olarak başkalarıyla yapar.
Çünkü bu insanın temel ihtiyaçlarındandır ve boşluk muhakkak dolmalıdır. Bu, bazen kötü ve kendinden güçlü uzaylılar olurken, bazen de sevdiğimiz kadın ya da erkek olabilir. Bu sefer ona tutunur, mantıksızca kölesi haline geliriz.
Bilinçaltımızda kaybetme korkusu ile ölüm korkusu aynı anda varsa, panik atak geliştirme ya da psikosomatik rahatsızlıklar geçirme riskimiz oluşur. Tanrı'nın varlığını ve bilinçaltımızın oyunlarını yadsımadan, sevgi ve güvenle hayatımızı değiştirmek dileğiyle...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA