Türkiye'nin en iyi haber sitesi
SEDA DİKER

Yüksek cinsellik

Kadın ile erkek birbirlerini belki de iki yıldır tanıyorlardı.
Kadın artık 40 yaşını kutluyordu. Erkek ise 50 olmuştu.
Bir arkadaş toplantısında tanışmışlardı. Ama o ilk karşılaştıkları akşam, sanki o masada farklı iki insan oturuyordu. Her şey normaldi. Erkek mühendislik eğitimi almış, mantıklı, manevi yönü zayıf, ama güzel bir kalbi olan biriydi. Gece boyunca sohbet ettiler etmesine ama konuşulanlar onları alıp başka bir diyara götürmedi. Ayaklarını yerden kesmedi. Yine de çok eğlendiler.
Kadın ise daha farklıydı. O da kariyer sahibiydi. Güzeldi. Her ikisi de birer kez evlenip boşanmışlardı. Birbirlerine ilgi duydular. Kadın, erkeğin gözlerinde derinlik aradı. O gözlere baktığında kendisini kadın gibi hissettirecek, heyecanlandıracak bir tını aradı. Ama bulamadı.
Yine de önemli değildi bu. Birlikte çok eğlendiler.
Hayattan, işlerinden, seyahatlerinden bahsederek birbirlerine ilgi duydular. Daha sonra görüşmeye devam etme kararı aldılar. Ertesi hafta erkek, kadını düzenli olarak aramaya başladı. Her şey yolunda gidiyordu. Derken artık haftada bir iki gün buluşmaya, daha özel anları paylaşmaya geldi sıra.
Ne öpüşmeleri, ne sevişmeleri diğerlerinden farklı değildi.
Evet özeldi ama yine de farklı değildi. Her ortalama Türk kadını gibi, o da dişiliği baskılanarak büyütülmüştü. En iyi okullarda okutulmuş, kariyer sahibi olup bağımsızlığını eline almıştı.
Hanım hanımcık ve güzeldi. Toplumda saygın olmayı başarmıştı. Ama içinde bir ses, hâlâ bir şeylerin eksik olduğunu fısıldayıp duruyordu.
35 yaşında başlamıştı bu fısıltılar. Eski kocasıyla yaptığı manasız evliliğin son demlerinde, artık boşanma kararı alırken, hayatını ve bir kadın olarak neler yaşadığını sorguluyordu. En acı olanı, aklında kalacak, unutulmayacak hiçbir anısının olmayışıydı. Heyecansız, rutin bir hayat, kocasının eleştirileri, çalıştığı halde ev işlerinin yükü, asla takdir edilmeyen kadınlığı... Başka bir şey yoktu işte... Ya böyle kalacaktı ya da artık yaşadığını ve gerçek bir kadın olduğunu hissedecekti.
40 yaşına kadar kendini aradı. Bir gün benim ofisime çıkageldi ve birlikte korkuları üzerine çalışmaya başladık. Entelektüel Türk kadınlarının yarısı aynı korkuya sahipti zaten. Çok derinlerde, erkeklerden, âşık olmaktan, acı çekmekten korkuyordu. Eğer bir erkeği çok severse, onun kendisinden uzaklaşacağına inanmıştı. Güçlü olmalıydı erkek. Her alanda kendisinden bir adım ilerde olmalıydı. Yoksa ona saygısı kalmıyordu.
Bu yüzden hayatında âşık olduğu, kopamayacağı tüm erkekler ya eski eşi gibi güçsüz ya da güçlü görünüp kendisinden uzak duran, sık sık ortadan kaybolan adamlar oluyordu. Bu döngüyü kırmalıydı. Sonunda bir gün, erkeklerin aslında korkudan kendisinden uzaklaştıklarını anladı. Onlardan koşulsuzca, mükemmel ve güçlü olmalarını bekliyordu. Bu da ona yaklaşan erkeklerin daha da güçsüzleşmesine, hata yapmalarına sebep oluyordu. Ve erkek "Kadınım beni böyle görüp beğenmeyeceğine, ondan uzaklaşırım daha iyi. Hiç olmazsa ben onu istemiyorum diye düşünür. Ama beni sonsuza dek güçlü ve mükemmel olarak hatırlar," diyordu.
Bundan vazgeçtiğinde, erkeğin de kadının da tek başına güç peşinde koşmasının beyhude olduğunu fark etti. Aslında erkek, kadınını sarıp "Sen benim bebeğimsin. Seni seviyorum. Senin varlığın beni gerçek bir erkek yapıyor, dişiliğin bereketin bana güç veriyor. Seni hep sarıp sarmalamak, yanında olmak, ruhunun zenginliğini beslemek istiyorum," dediğinde adam gibi adam haline gelir. Kadın ise erkeğini yargılamadan, sadece kalbindeki sevgiyi ona akıtarak, duygularını ondan kıskanmayarak; tek başına değil, erkeğinin kollarındayken gerçek gücünü yakalamayı öğrenmelidir.

HER ŞEY DEĞİŞTİ
Bilinçaltında, tüm erkekleri mükemmel olmalarını beklemeden, sevmeyi ve onlara kabul vermeyi öğrendi. Ve bir gün bu adamla birlikteliği devam ederken yeniden buluştular. Her şey aynı gibiydi. Aynı ev, aynı koltuk, aynı bedenler...
Ama bu kez kadının kalbinde bir ışık yandı. Onu seviyordu. Kalbinde bir pencere açılmış ve istem dışı olarak erkeğinin kalbine akıyor gibiydi. Hem de hiç çaba sarf etmeden. Öylesine... Beklentisizce...
Erkeğin gözlerine baktı. Onda da aynı ışık vardı tuhaf bir şekilde.
Sarıldılar. Bu kez çok farklıydı. Sadece göz göze bakışmaları bir saat sürdü. İnanılmaz zevk alıyorlardı. Bir süre sonra erkeğin elleri, kadının en hassas yerlerinde gezindi ve durdu. Kadına hafif masajlar yapıyordu. O kadar. Belki bir saat de böyle geçirdiler.
Öylesine değişik bir histi ki bu... Eski hallerinde çok sıkıcı bulabilecekleri bu durum, kendilerini bir anda cennete taşımıştı. Kalp gözleri açılmıştı. Artık çok daha büyük hazları keşfetmeye başlamışlardı.
Şoke oldular. Ama keşfetmeye devam edecekler.
Danışanımın izniyle, öyküsünü sizlerle paylaştım.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA