Usame
bin Ladin'in en büyük iddiası, "Batı'ya ve onun değerlerine karşı savaşmak"tı. 11 Eylül'ün öncesinde ve sonrasında el Kaide'nin üstlendiği çeşitli saldırılar da tamamen bu amaca kilitlenmiş militanlar tarafından düzenleniyordu. 11 Eylül 2001'den tam on yıl sonra, Arap dünyası yepyeni bir hareketliliğin içine sürüklendi. Arap Baharı'nda halkların öfkesine hedef olan ve devrilen liderlerin en önemli özelliği, "Batı'nın müttefiki" olmalarıydı. Bu bağlamda, onların şu anki durumu, bin Ladin'in Batı'ya tattırmak istediği 'hezimet'lerin bir uzantısı olarak düşünülebilir. Ancak Arap Baharı sonuç olarak, bu ülkeleri dünya sistemine entegre eden bir sürecin de başlangıcı oldu. On yıllardır baskı ve zulüm altında ezilen Araplara, tepkilerini gösterme noktasında bir "üçüncü yol" sunmuş oldu. Tıpkı İngiltere Dışişleri Bakanı William Hague'un dediği gibi: "Arap dünyasının gerçek ruhu Ground Zero'da (İkiz Kuleler'in bulunduğu Sıfır Noktası) değil, Tahrir Meydanı'nda ortaya çıktı. 11 Eylül'de yaşadıklarımız istisnai bir durumdu." Stanford Üniversitesi profesörlerinden Fuad Acemi'nin, "Arap Baharı, Araplar için gerçek bir şans. Şimdi işler aslına dönüyor" görüşleri de Hague'den farklı değil.
Taha KILINÇ