Bu
facebook denen olay insanın başına çok ilginç şeyler getiriyor.
Pazar günü evde, bilgisayarın başında oynayarak tembellik yapıyordum. Ablamın kızı, yeğenim
Canan tam o sırada bir fotoğraf paylaştı..
1972 yılının sonbahar aylarında çekilen bir fotoğraf. Benim oğlum
Murat, o sıralar
2.5 yaşında,
Feridun Ağabeyimin oğlu
Mehmet de
3.5 yaşında falan.
Sirkeci Garı'nda, biri tel örgünün arkasında, diğeri önünde, tel örgüye rağmen birbirleri ile öpüşüp vedalaşıyorlar.
Mehmet, anne ve babasıyla
Paris'e gidiyor, daha doğrusu kaçıyor.
12 Mart döneminin en can alıcı günleri.. İlk kez
"balyoz" harekatı ortaya çıkıyor. Sokağa çıkma yasakları, tek tek evlerde arama taramalar. Yakılan kitaplar... Peşinden bir fotoğraf daha. Rahmetli eşim
Sesin ile nişan fotoğrafımız. İkimiz de ne kadar genç ve ne kadar mutluyuz. Yine eskilere gidiyor insan...
68 kuşağı günlerine. Üniversite olaylarının başlangıcı.
Deniz Gezmiş...
Türkiye İşçi Partisi günleri..
Üniversite işgali. Konsey üyeliği ve hocalarla yapılan anlaşma. Daha çok bilgi ve daha çok öğrenim isteği... Sonra, gençlik yıllarımı anlatan bir vesikalık fotoğraf daha. İlk köşe yazıma konan fotoğraf. Geçmişe ait fotoğraflar insanı alıp götürüyor.
Nereden gelip nereye gidiyorsun ve de yeniden neredesin? Geçmişi ve geçmişte ne olduğunu unutmamak lazım. Bununla ilgili çok güzel bir hikaye okumuştum. Hatırladığım kadarıyla yazayım.
SULTAN ÇOK SEVMİŞ
Bir zamanlar
Ayvaz adlı bir köle varmış. Takdir bu ya, köle bir gün,
Sultan Mahmud'un kölesi olmuş.
Sultan, köleyi, taşıdığı asil karakteri nedeniyle çok sevmiş.
Ayvaz, Sultan'ın öylesine itimadını kazanmış ki, bütün sultanlığın
hazinedârı tayin edilmiş ve
en kıymetli ve zarif mücevherler, taşlar ona emanet edilir olmuş. Bu gelişmeyi gören saraylılar ise, durumdan pek rahatsız olmuşlar.
Hasetleri ve kibirleri yüzünden, sözüm ona basit bir köleye böyle bir mevki verilmesini ve kendi rütbelerine çıkarılmasını bir türlü hazmedememişler. Bu duygular içinde, özelikle
Sultan yakınlardaysa,
Ayvaz'dan şikayet etmeye başlamışlar ve
asil ruhlu kölenin itibarını zedelemek için ellerinden geleni yapmışlar. Bir gün,
Sultan'ın huzurunda, bir saraylının, bir diğer saraylıya şöyle dediği duyulmuş:
"Köle Ayvaz'ın sık sık hazineye gittiğini biliyor musun? Aslında her gün gidiyor; hatta izinli günlerinde bile gidip, orada saatlerce kalıyor. Onun mücevherlerimizi çaldığından adım gibi eminim" Sultan kulaklarına inanamamış,
"işin aslını kendi gözlerimle görmeliyim" demiş.
Hazine dairesine gidip,
Ayvaz'ı gözetlemek istemiş. Duvara küçük bir delik açtırıp, içerde olanları seyretmeye hazırlanmış.
Ayvaz, hazine dairesine bir daha geldiğinde,
Sultan kendisini gözetlemeye koyulmuş.
BOHÇAYI ÖPMÜŞ
Köle sessizce içeriye girmiş, kapıyı kapatmış ve bir sandığın başına gitmiş.
Köle Ayvaz, sandığın önünde diz çökmüş, kapağı usulca kaldırmış ve içinden bir şey çıkarmış. Orada sakladığı küçük bir bohçaymış bu. Bohçayı öpmüş, başına koymuş ve sonra da açmış. İçinde köleyken giydiği yırtık pırtık bir elbise varmış. Sonra, elbiseyi giymiş ve aynanın karşısına geçmiş. Kendi kendine:
"Daha önceleri bu elbiseyi giydiğin zamanlar kim olduğunu hatırlıyor musun?" diye sormuş.
"Bir hiçtin sen... Hepsi hepsi satılacak bir köleydin ve Allah, Sultanın eliyle sana rahmetinden belki de hiç hak etmediğin nimetler lutfetti. İşte Ayvaz, şimdi burdasın, ama asla nereden geldiğini unutma! Çünkü, mal mülk, insanın hafızasını uçurur, unutuluşlara sürükler. Şimdi sen de, nimetçe senden aşağı olanlara kibirle bakma ve daima hatırla kim olduğunu. Hatırla Ayvaz, hatırla! " Sandığı kapatmış, kilitlemiş ve sessizce kapıya doğru yürümüş.
Hazine dairesinden çıkarken birden
Sultan'la yüzyüze gelmiş.
Sultan gözlerini
Ayvaz'ın yüzüne dikmiş. Yanaklarından aşağı yaşlar süzülüyormuş ve boğazı öyle düğümlenmiş ki, konuşmakta güçlük çekmiş.
"Bugüne kadar mücevherlerimin hazinedârıydın, ama şimdi... Kalbimin hazinedârısın. Bana benim de önünde bir hiç olduğum kendi sultanımın huzurunda nasıl davranmam gerektiği dersini verdin"