Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Benim Ertuğrul Özkök'e bakışım

Ben de, Ertuğrul Özkök üzerine birkaç satır yazma gereksinimi duydum. 20 yıldır Türkiye'nin en büyük gazetesini yöneten bir adamla ilişkiniz ya da ona ilginiz olmaması mümkün mü? Ertuğrul Özkök'le uzun boylu tanışıklığımız veya sohbetimiz olmadı. 1994 yılında beni Hürriyet'e istediği zaman gidip konuşmuştum, Doğan Hızlan'la birlikte... O girişim sonuca ulaşmadı. Daha çok benim sorumlu olduğum bir durum. Bunları uzun yıllar önce bir gazete söyleşisinde, yakın zamanda da Sinemayı Yazan Adam kitabımda anlattım, yinelemek istemiyorum. Sonra onu izledim, her zaman da okudum. Bir dönemde üç yeni yazar birden Hürriyet'te yazmaya başladığında "bu büyük bir değişiklik, iyi veya kötü yanlarıyla..." diye düşündüğümü hatırlıyorum. Onların Serdar Turgut, Hadi Uluengin ve de Ayşe Arman olduklarını sanıyorum (inşallah yanılmıyorumdur). Takdir edersiniz ki, bu üç ismin hepsi de hem sevenleri, hem nefret edenleri olan sivri adlardı. Yazı biçimlerinden kullandıkları sözcüklere, fikirlerinden dünya görüşlerine (veya dünya görüşü eksikliklerine). Türk basınında Ertuğrul Bey sayesinde bir şeyler hızla değişiyordu. Hep değişim yanlısı oldum ama bugün bile o yıllarda başlayan değişimin medyamız için tümüyle olumlu olduğuna kalıbımı basamam. Sonra Özkök bana karşı hep duyarlı davrandı. Türkân Şoray kitabıma çok nazik değinmesini, sonraları Ne Şurup Şeker Şarkılardı Onlar adlı pop müzik tarihi kitabım için yazdığı olağanüstü övücü satırları hiç unutabilir miyim? Karşılaştığımız zamanlarda da kısa ama içten biçimde söyleştiğimizi hatırlıyorum. Ayrıca onca emekle ünlü yaptığı kişilerin, diyelim ki Serdar Turgut, Fatih Altaylı veya Murat Bardakçı gibi isimlerin ona 'ihanetleri' de neredeyse gözlerimden yaş getirdi. Aslında Ertuğrul Bey'in pazar yazılarından başlayıp giderek tüm yazılarında dozunu artırarak kendini göstermeye başlayan 'yaşam konularını' (kimileri buna magazin diyecek ve pek de haksız olmayacaktır) eleştirecek kişi ben olmamalıyım. Nasıl olayım ki, ben de yaşamımı popüler kültür denen şeye adamış değil miyim? 40 yıldır sinema üzerine, müzik veya tiyatro üzerine, kitaplar veya yolculuklar üzerine yazmış, basında ilk kez 'yemek yazıları'nı, bir diğer deyişle lokanta eleştirilerini başlatmış değil miyim? Özkök'ün siyasetin kaçınılmaz soğukluğundan sanatın sıcaklığına, ciddi olmanın dayanılmaz sıkıntısından şakacı olmanın ferahlığına uzanan tavrını hep anlamaya çalıştım. Ama bu her zaman mümkün olmadı. Hele son dönemde Hürriyet'i ve çalışanlarını bir 'sitcom' malzemesi olarak sunmasına, haber yapan kişileri adeta sahneye çıkarmasına, gazeteciliği gerçek anlamda sulandırmasına pek olumlu bakamadım. Hele o 'sürpriz ekler'... İçinde Hürriyet'in önde gelen yazar ve yöneticilerinin çeşitli kılıklarda resimleri olan ve sonuncusu yeni yılın ilk gününde verilen o ekler... Denecek ki: Fena mı işte, gazeteciler de starlaşıyor, medyacılar da ünlü oluyor. Bekleyin, sıra size de gelir... Belki... Ama doğrusu, aynı gün, birçok güzel ekin yanı sıra, Habertürk'ün verdiği "Keşke Sağ Olsalardı" eki aklımı başıma getirdi. Atatürk'den Fatih'e, Nâzım'dan Aziz Nesin'e, Cahide Sonku'dan Semiha Berksoy'a, Barış Manço'dan Adile Naşit'e özlemle andığımız onca değerli isim... Sahi, siz olsanız hangi eki saklardınız? Ve de eskaza iki gazeteyi de alıyorsanız, hangisini sakladınız?

Bugün Bakırköy'deyim!
Bugün saat 14.00-18.00 arası Bakırköy'deki Kabalcı kitabevinde imza günü yapacağım. Sinemaseverlere duyururum.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA