Uzun yıllar boyunca üniversitelerde Anayasa Hukuku, Temel Haklar ve Devlet Teorileri dersleri vermesine rağmen, onu özellikle AKP'ye yönelik kapatma davasındaki raportörlüğüyle tanıdık. Ancak Osman Can bu kimliklerinin yanı sıra, bir yazar. Agora Kitaplığı tarafından yayımlanan
Güleryüzlü Frankoculuğun Dramı isimli kitabı geçtiğimiz hafta raflardaki yerini alan Can'la hem hukukta yaşanan krizi hem darbelerin halen süren etkilerini konuştuk.
- Türkiye'de yargı ve yargıç bağımsızlığı meselesi sürekli karıştırılıyor değil mi?
- Bunun Türkiye'de karıştırılmasının nedeni malum ideolojik kabuller. Yargı bağımsızlığı yargıcı kimin seçtiğine dair bir soru değildir, kimsenin yargıcın o yetkiyi kullanmasına müdahale etmemesidir.
- Yargıcın apolitikliği değil yani?
- Yargıç apolitik bir kişi değildir, politik olması esasen onun denetlenebilirliğini getirir, çünkü toplumsal yönden görünebilir olmasını sağlıyor. Yargıcın yargılama yaparken politik öncüllerine göre karar vermemesini sağlayan şey, onun bir görüşe sahip olmaması yani apolitik olmaması değil, aksine onun verdiği kararların kamuya açık olması, denetlenebilir olması, toplum ve medya tarafından irdelenebilir ve eleştirilebilir olmasında yatar... Yani toplumsal denetim tarafsız yargının anahtarıdır aslında.
- İmtiyazlara itiraz ediyorsunuz...
- Evet. "Toplumun adalet beklentilerine cevap vermediğimiz sürece yargıcım deme iddiasına kimse sahip değildir," diyoruz. Biz bunu sorgulamaya başladığımız zaman, Türkiye'de güleryüzlü Frankoculuk olduğunu gördük.
- Ne zaman farkına vardınız?
- Toprağı kazdıkça bir sürü şey çıktı Türkiye'de, tarihi kazdıkça da bir sürü şey çıkıyor. Taha Parla hocamın
Türkiye'de Anayasalar adlı kitabı, şu ana kadar pek duyulmayan itirazları esasen 1990'ların başında dile getirmişti.
KENDİMİ ETİKETLERLE TANIMLAMAM
- AKP'li olarak etiketlendiniz mi?
- Üzerime yapıştırılmayan etiket kalmadı. Ama ben kendimi etiketlerle tanımlamam, tanımlayamam.
- Nasıl tanımlıyorsunuz kendinizi?
- Etiketleri benimserseniz, kendiniz gibi insanların mahallesine kapağı atarsınız ve sizi o mahalle belirlemeye başlar. Oysa ben mahallelere saygı duyar, ancak beni belirlemelerine izin vermem, vermemeye çalışırım. Arayışı hiç sona ermeyen bir insanım.
- 1961 Anayasası'na neden 'güleryüzlü Frankoculuk' diyorsunuz?
- Frankoculuk maceracı, yayılmacı ve işgalci olmayan bir faşizmdi, yıkımı ulusal sınırlar içinde kalmıştı. Ama bu özellikleri onu faşizm olmaktan çıkarmaz. Bizde 27 Mayıs'tan sonra gerçekleşen şey de budur. Tüm faşizmlerin öncesinde görülen orduyargı- üniversite-bürokrasi ittifakının gerçekleştirdiği veya meşruiyet kazandırdığı 1960 darbesiyle gelişmeye ket vuruldu.
- Bu iktidarın ortadan kaldırılmasıyla yaratılan şey neydi?
- Bütün dünya demokrasiye geçerken 27 Mayısçılar demokrasiyi imkânsızlaştıracak ama görüntüde demokratik olduğu hissini uyandırabilecek bir sistem yarattılar.
- 27 Mayıs'tan sonraki sola ne diyorsunuz?
- O sol; darbeciler tarafından çok rahat bir şekilde kullanılan, kanalize edilen ve o amaç doğrultusunda hareket etmesi beklenen bir soldu. Ama 68'lere geldiği andan itibaren bu çizgiden sapmayan başladı.
- Türkiye'de sol muhalefet eksikliğini de önemsiyorsunuz.
- Sınıfsız bir toplum yaratılacaksa bunun özgür insan iradesi üzerine temellenmesi gerekiyor. Solun şu anda yapması gereken o özgür insanın imkanlarını yaratması ve bunu zorla değil, doğal bir sürece yayması.
- O zaman devrim tanımı değişiyor evrim oluyor...
- Evet devrim evrime dönüşüyor. Türkiye'de bunun yolu bellidir, militarizmle mücadele etmek. Militarizmle kol kola yaşayan sol, sol değildir.
- Burada kapitalizmin rolünü biraz küçümsemiyor musunuz?
- Siz diyalektik sürecin parçası olduğunuz sürece, hasmınızla beraber o diyalektik sürecin içindesinizdir. Şeytanı sürekli taşlıyorsanız, şeytandan ayrılamazsınız. Solun kaderi şeytanı taşlamaktır.
YÜKSEK YARGI 28 ŞUBAT'TA VARDI
- 1990'lı yıllara gelindiğinde üniversitelere, yargıya ihtiyaç duyulduğu bir dönemden bahsediyorsunuz. 28 Şubat'a böyle mi geliniyor?
- 1980 darbesini kendi başına yapan o kurum, artık toplum içinde kendi başına bir siyasal operasyon yapamayacağını görmeye başladı ve o andan itibaren 27 Mayıs dönemindeki kurumlar arası ittifaka yeniden dönüş yaptı. Bu hem militarist hem ideolojik hem de romantik bir dönüşümdü. Yüksek Yargı bürokrasisi, bu dönüşümün en etkin aracı haline geldi. Anayasal suç olan 28 Şubat brifinglerine katılan yüksek yargıçların görüntüleriyle, nasyonal sosyalizme giden süreçteki yargıçların görüntüleri arasında korkunç paralellikler var. 2008'den sonra ise çatışma doruğa ulaştı, eski aktörler artık toplumsal meşruiyetini kaybetmeye başladı, bu yüzden irrasyonelleştiler, daha yıkıcı oldular. Son üç yılda yaşanan hukuksal ve politik zorlamalar, güç gösterileri tamamen bu irrasyonalitenin izlerini taşıyor. Bu irrasyonalite sona ermiş durumda değil ama Türkiye'de bir kalıcı etki yaratma şansı yok. Geçen hafta yaşanan HSYK skandallarının ve Yüksek Mahkemelerin verdiği tepkinin bu eksende değerlendirilmesi zorunludur.