Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Politik sanatın halleri

Bu yılki İstanbul Bienali diğerlerinden daha farklı. İlk defa bu derecede politik bir bienal izliyoruz

Bu yılın kayyumlarsergi düzenleyicileri yayınladıkları manifestoda bunu açıkça vurguluyor. Brecht'in bir şiirindeki bir cümleden yola çıkarak ('insan neyle yaşar') sol bir dünyanın imkânlarını araştırıyorlar. Belki buna genel olarak 'sol' demek gerekir. Dünyanın birçok yerinde devam eden çatışmaları, savaşları, ırk ayrımcılığını, yabancı düşmanlığını, ırkçılığı, şiddeti, baskıyı söz konusu ediyorlar. Liberal bir dünya bu sorunlara cevap üretmez mi, niçin sol diyoruz? Bu sorunun yanıtını açıkça 'hayır' diye veriyorlar. Alkolsüz bira, dumansız sigara, kafeinsiz kahve neyse bugünkü politika da odur diyorlar. Yani kültürel kavramların siyasetin önüne geçtiği bir politik dünyayı anımsatıyor ve eleştiriyorlar. İnsanlık kurtuluşunu başka bir yerde aramalı. Daha eşitlikçi, ahlakçı ve sınıfsal gerçeklerin öne çıktığı bir yerde, dünyada. Bu da sol bir dünyadır işte. Neoliberalizmle sol arasındaki fark budur çünkü: Birisinin sınıfsallık üstünden siyasetin kurulamayacağını belirtmesine karşılık, diğerinin sınıf gerçeğini sürekli olarak öne itmesi. Buraya kadar her şey benim açımdan çok güzel. Bu görüşlerin tümüne katılıyorum. Ama bu düşünceler sergilenen yapıtların aynı derecede etkileyici olmasına yol açmış mı diye sorulduğunda doğrusu yanıtım pek olumlu değil.

HABER, SİNEMA, VİDEO
Sergileri gezenler görmüştür. Yapıtların çok önemli bir bölümü video ile gerçekleştirilmiş. Bu başlı başına ve bir başka yazıda ele almak istediğim bir mesele. Video sanatı denilen şey artık anlamını yitirdi. Kimse videonun içerdiği hareketli görüntü üstünden/içinden bir sanat yapmıyor. Herkes neredeyse film çekiyor, film gösteriyor. Her birisi diğerinden daha uzun, neredeyse saatlerce uzunlukta görüntüler bunlar. Bu tür yapıtları sinema filminden ayıran nedir derseniz yanıtı yok. Çünkü yanlış kurgulanmış işler. Bienalde ise daha da büyük bir yanlış var. Filmlerin çoğu dünyanın çeşitli yerlerinde yapılan gösterilerin görüntülerini içeriyor. Haberciliğin, televizyonculuğun bu ölçüde öne çıktığı, ağrılık kazandığı bir dünyada 'haber' niteliği taşıyan bir görüntü sanat yapıtı olabilir mi? Elbette her şey sanat yapıtına dönüşebilir. Ama işte büyülü sözcük odur: dönüşmek! Sanatçının işlevi orada düğümlenir: dönüştürmek! Marcel Duchamp, hazır nesnelerini (ready made) bir mekâna yerleştirirken, onları o yerleştirdiği için ve o yapıtlar sanatçının kişisel tarihiyle bütünleştiği için sanat yapıtına dönüşüyordu. Yoksa nesnelerin kendileri sanat yapıtı değildi. Duchamp'ın asla böyle bir iddiası olmamıştı. Bu şekilde yaklaşıp ele alınca gene bienalde sergilenen politik yapıtların büyük bir çoğunluğunun tepkisel, anlatımcı ve düzanlatıma dayalı olduğunu gördüm. Bol bol sergilenen Lenin, Stalin resimleri, özellikle eski Doğu Avrupa ülkelerinden gelen sanatçıların işlerinde büyük bir yoğunluk taşıyor. Diğer 'anımsamalar' da aynı şekilde. Bunların bu şekilde sergilenmesi eğer göstergebilimsel bir deyim kullanırsam düzanlatım olur. Hiçbir şey katıştırmadan, herhangi bir yananlam üretmeden doğrudan bir sunum. Bunun yukarıda değindiğim dönüştürümden epey uzak bir yöntem olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok.

YENİ BİR POLİTİK SANAT
Şimdi gelelim işin düğüm noktasına. Bu 'yetersiz'lik neyin göstergesi? Soruyu 'politik sanatın' diye yanıtlamakta hiçbir sakınca yok. Gerçekten de içinde yaşadığımız dünyada neyin politik olduğu belirsizleşmişken politik sanatın sınırları da bir o kadar daralıyor veya genişliyor. 1970'lerde feministler özel olan politiktir iddiasını ortaya koydu ve o günden sonra daha önceki dönemlerde bir sanatın politikleşmesi için kullanılan unsurlar hızla alan dışına çıktı. Politik olan, kayyumların iddiasının tersine, bugün hatıra, hafıza, mekân, kimlik, aidiyet gibi kavramlarla iç içe geçmiş durumda. Politik olanın 'gösterilmesi' politik bir sanata tekabül etmiyor. Politik olan her şeyi kapsıyor ama her şeyi kullanarak yapılan sanat mutlaka politik bir nitelik kazanmıyor. Bu kısıtlamanın aşılması bir 'teknik' veya 'üslup', bir 'biçim' sorunu. Politik sanatın daha önceki dönemleri Brecht tiyatrosu, yabancılaştırma etkisi, Lukacs teorileri üstünden çözümlenebiliyordu. Ama her dönemin geçerli ve güçlü politik sanatı o dönemin zihinsel düzeyini ve teknolojik ifade imkânlarını en uç düzeyde kullanmak suretiyle üretilebilir. Bugün bu imkânlar nelerdir? Bu soruyu şudur diye yanıtlamak çok zor. Ama bugünün zihinsel durumunu kavrayacak ve onunla iç içe geçecek, onu aşacak bir üslup bulunmadan sanatın politizasyonu olanaksızdır. Politik sanat, yani, içerik değildir, sadece. Daha fazlasıdır ve her alanda daha fazlasını istemek politik bir tutumdur.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA