Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Balık ustasının balıkçılık dersi

Karakin Deveciyan'ın 1915 yılında eski yazıyla kaleme aldığı "Türkiye'de Balık ve Balıkçılık" adlı eserinin Türkçesi yeniden basıldı

Çocukluğum Kadıköy Mühürdar ve Bostancı Tan Sokak'ta geçti. İlk balık tutma denemelerimi, doldurulup üzerinde kanalizasyon pompalama tesisi kurulan Kadıköy'ün Mühürdar'a çıkan kesiminde, yıllarca kum takalarının yanaştığı küçük Zağarof İskelesi'nde yaptım. Benim ilkel oltama tek tük istavrit, izmarit, çoğunlukla çurçur balığı takılırken buraya her gün kamış oltasıyla gelen biri kova ile zargana balığı tutup götürürdü. Yılanı andıran incecik zargana balıklarına o gün bugündür hiç ısınamadım. Biraz daha büyüdüğümde, ilkokul çağımda Tan Sokak'taki komşumuz, bembeyaz sakallı ihtiyar balıkçı dede, hemen sahile bağlı sandalı ile balığa çıkarken beni de beraberinde götürürdü. Ayvansaray yapımı, incecik sandalın küreklerine asılır, açılırdık. Kıyıda sadece kendisinin bildiği belirli kerteriz noktalarının kesiştiği yerlere ulaştığımızda çaparisini, oltasını sallandırır, akşamüstü saatlerinden güneş bakıncaya kadar livar dolardı. Esas nevalemiz istavrit olmakla birlikte, muhteşem kırlangıçlar, iskorpitler ve barbunyalarla döndüğümüz günleri hatırlarım. Yaşlı balıkçı komşumuzun bir parmağı kıvrılamaz durumdaydı; eklemleri kaynamıştı. Gençliğinde Kumkapı açıklarında avlanırken, dikkatsizlik nedeniyle "varsam" adlı zehirli bir balığın çarptığını, aylarca büyük acılar çektikten sonra parmağının kullanılamaz hale geldiğini söylemişti. Bu balığı ne gördüm ne de geçtiğimiz günlere dek hakkında yazılmış bir yazıyla karşılaştım. Ta ki İstanbul Balıkhanesi Eski Müdürü Karekin Deveciyan'ın "Türkiye'de Balıkçılık" adlı 1915 yılında eski harflerle yazdığı görkemli eserinin bugünün Türkçesiyle yeni basımı elime geçinceye kadar. Buradan boyu 5-6 santimi geçmeyen varsamın "denizlerdeki zehirli balıkların en korkuncu" olduğunu okudum ve yıllardır belleğimden silinmiş balıkçı dedeyi tekrar hatırladım..

Bir servet niteliğinde
"Türkiye'de Balık ve Balıkçılık", balıkla ilgilenen herkes için bir başyapıt. Eser 1925 yılında Deveciyan tarafından Fransızca olarak da yayınlanmış. Ne var ki, aradan geçen zaman içinde eserin orijinal baskıları koleksiyoncular tarafından bir servet ödenerek el değiştirir, balık ve balıkçılık hakkında böylesine zengin bir eserin büyük eksikliği duyulurken kimsenin aklına bu kitabı yeniden basıp yayınlamak gelmemiş. Hakkını yemeyeyim, sevgili dostum, rahmetli Ali Pasiner, Deveciyan'ın bıraktığı boşluğ u y a z - d ı ğ ı kitaplar ve balıkçılıkla ilgili sayısız gazete ve dergi yazısıyla büyük ölçüde d o l d u r d u . Ama çok değil, bir yüzyıldan daha kısa bir süreç içinde denizlerimizde balık ve balıkçılığın nereden nereye geldiğini, ne hazin durumda olduğumuzu göstermesi açısından "Türkiye'de Balık ve Balıkçılık" bugün hala güncelliğini koruyor. Sadece çok sayıda hemcinsleriyle birlikte Boğaz ve Marmara'da izi kalmamış varsam gibi balıklar değil, bugün hala varlıklarıyla bizi mutlu eden, doyuran cinsler hakkında da her türlü bilgiyi bulabiliyorsunuz eserde. Örneğin palamut.. Deveciyan baştan okuru uyarıyor; palamut ve toriğin iki ayrı tür olduğunu iddia edenlerin bu düşüncesinin kesinlikle yanlış olduğunu, palamut, torik, sivri, altıparmak ve pişotanın hepsinin aynı tür balıklar olduğunu, büyüdükçe isimlerinin değiştiğini söylüyor. Sonra balıkların tarifine geçiyor, avlanma yöntemlerini ayrıntılı biçimde veriyor. Kitapta eylül başından itibaren uygun havalarda Boğaz kıyılarında oltayla da palamut ve torik avlandığını okumak, insana bugün masal gibi geliyor. Nedendir bilinmez, palamut ve torik çift çift satılır. Dolayısıyla o günlerde balıkhaneye yılda getirilen palamut miktarını da Deveciyan 2 ila 3 milyon çift, yani yılda 6 milyon adet olarak açıklıyor. Ne zenginlik!.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA