Türkiye'nin en iyi haber sitesi
AHMET ÖRS

Genlerle oyun olmaz!

Tüyleri yolunmuş tavuklarla genleriyle oynanmış tarım ürünleri, dünyadaki açlıkla mücadelede kurtarıcı gibi gösterilse de sağlığımızı olumsuz etkileme riski taşıyor

Aslında tüysüz tavuk yetiştirmek dahiyane bir fikir. İri, pembe bir Haribo şekeri gibi kabara kabara ortalıkta dolaştığını gözünüzün önüne getirin. İşte tüysüz, çıplak bu hilkat garibesini, insanlığa büyük bir katkıda bulunduklarına inanan Kudüs'teki Hebrew Üniversitesi bilim adamları tasarlamış. Her şeyden önce üreticiler, daha doğrusu tavuk kasapları açısından avantajlı bir hayvan bu. Çünkü çıplak tavukların tüylerini yolmak gerekmiyor. 'Vakit nakittir' ilkesi, ölü tavuklar için de geçerli ve bu etin işlenme süresini kısaltacak. Bilim insanları bu tavuğun yağsız olduğunu söylüyor. Ne kadar iyi; artık sağlıklı yaşamak isteyen milyonlarca tüketici bu çıplak tavukları tercih edecek. Bir başka avantajı da sıcak iklimlere iyi uyum sağlamaları. Sıcakta daha hızlı büyüyüp gelişiyorlar. Tüylü, eski tip tavuklar ise sıcak ortamlarda daha fazla enerji harcıyor, enerjiyi vücut ısısı olarak atmak zorunda kalıyor, dolayısıyla yaz aylarında daha yavaş büyüyor. Çıplak tavuk, yazın daha hızlı gelişip serpiliyor; dolayısıyla üreticiler dev kafesleri soğutmak için dünyanın elektriğini harcamak zorunda da kalmayacaklar. Gerçekten insanlığa büyük bir armağan değil mi çıplak tavuk? Gerçi bazı ufak tefek olumsuz özellikleri de var. Her şeyden önce görünüşü insanın tüylerini diken diken etmeye yetiyor. Güneşe çıkacak olsa, hemen güneş çarpmasına uğruyor, sivrisineklere karşı da korumasız. Soğuk havalarda vücut ısısı hızla düşüyor. Ama en önemlisi, kimse böyle bir yaratığın etini yemek istemiyor.

SAĞLIĞI OLUMSUZ ETKİLİYOR
Bu çıplak tavukların ve sırtında insan kulağı ile dolaşan farelerin fotoğraflarını, normal hemcinslerinden 10 kat daha hızlı büyüyen turbo somonların haberlerini görmüş olduğunuzu tahmin ediyorum. Genleri değiştirilmiş hayvanları hiç değilse bugün fark edebiliyoruz; ancak genleriyle oynanmış bitkilerde nelerin değiştiğini gözle göremiyoruz, değişiklikler sinsice bize ulaşıyor. Mısır, soya ya da buğdayın genleri değiştirilerek zararlılara karşı dirençli hale getirildiğini bir bakışta anlamamız mümkün değil. Bütün bu olup bitenler sağlığımızı yakından ilgilendiriyor. "Genetiği değiştirilmiş organizmalar (GDO) bizi hasta mı edecek?" sorusu kafamızı kurcalıyor. Bilim ve siyaset dünyasına bakıyoruz, onların yanıtları kafamızı büsbütün karıştırıyor. Moleküler biyoloji uzmanları bakteri ve kurbağa DNA'ları üzerinde araştırmalarına başladıkları 1970'lerden itibaren taraflar birbirleriyle amansız bir savaş içinde. Bir taraf, yabancı genlerin aktarıldığı organizmalarda önceden kestirilemeyecek metabolizma değişikliklerinin ortaya çıkabileceğini, zincirleme değişimlerin vücudumuzda zehirli maddelerin oluşmasına yol açabileceğini, alerjilerin patlayacağını, hemen olmasa bile zamanla doğanın ve insanlığın sonunu getireceğini öne sürüyor. Öteki taraf GDO'ların tehlikesizliğini savunuyor, bugüne dek kayda değer bir olumsuzluğun görülmediğini iddia ediyor. Gözümüzde canlanan tüysüz tavuk görüntüleri ise bize bu gidişin hayırlı olmadığını düşündürüyor. Kuşkusuz GDO ürünlerini piyasaya sunanlar bunu insanlığın hayrına yapmıyor. Monsanto, Novartis, BASF, Pioneer, Syngenta gibi dev laboratuvarlar ellerinde bulunan GDO lisanslarıyla astronomik kazançlar sağlamanın peşinde ve bu uğurda kaz gelecek yerden tavuk esirgemiyorlar. Tarafsız uzmanlar, bu güçlü kuruluşların kendi lisanslı ürünleri üzerinde araştırma yapılmasını yasakladıklarını, dolayısıyla GDO'lu gıdaların zararlarının ortaya çıkarılmasının da engellendiğini söylüyor. Slow Food, GDO'ya Hayır Platformu gibi kuruluşlar ise toplumun sağduyusuna sesleniyor, GDO karabasanından kaçmaya çalışanlar, organik ürünlerden medet umuyor. Gündelik yaşamımızda sayısız kimyasalların bombardımanı altındayız; hızla mutasyona uğratılmış kısır tohumlar da çoktan ülkemizi istila etti. İnsanoğlu yüzlerce yıl içinde yavaş yavaş gelişen evrime bedenini uyarlayabilecek yeteneğe sahip. Ama insanlık tarihi sürecinde oluşan değişimden daha fazlası birkaç 10 yıla sığınca, buna değil insan, hiçbir canlının organizması uyum sağlayamıyor. Doğanın dengesi bozuluyor. GDO'lu tarım ürünleri sessiz sedasız ülkemize girdi bile. Genleri değiştirilmiş mısırların ülkemiz pazarlarına egemen olduğunu, bu mısırlardan üretilen şekerleri evlerimizde tükettiğimizi, keza GDO'lu soya ve kolza tohumlarının da topraklarımızda yetiştiğini öğreniyoruz, ama bunları doğalından ayırt etme şansımız yok. Dünyada açlıkla mücadelede kurtarıcı olarak sunulan GDO'lar için TBMM'de yeni dönemde bir GDO yasasının çıkarılacağı ve bu ürünlerin üretiminin serbest bırakılacağı söyleniyor. Ben kendi adıma ülkemizin bu tür riskli ürünlere ihtiyacı olmadığını düşünüyor, tüysüz tavuk da genleri değiştirilmiş mısır, soya, buğday gibi tarım ürünleri de tüketmeyi istemiyorum. Bizden sonraki kuşakları tehdit edebilecek bu kararı alacak kişilerin, ürünlerin maddi getirisini değil, kendi çocuklarının, torunlarının geleceğini düşünerek oylarını kullanacaklarını umuyorum.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA