BAŞLARKEN
R
eferandumda %58 evet çıkmasının ardından; Türk basını, araştırmacı, toplum bilimci ve yazarlar her seçimde olduğu gibi aynı soruyu sordu; "Neden hep o kazanıyor?" Belki de sorulması gereken şuydu; Neden hep CHP kaybediyor? Bu soruya cevap ararken, CHP'nin söylemleri kadar oluşturabildiği alternatiflerin nitelik ve niceliğinden yola çıktık. Topluma sunduğu ekonomik, sosyal alternatif projeler kadar, Enternasyonal Sol'dan yerele hapsolmuş sosyal demokrat anlayışa dek sorguladık. Son olarak da görevini hakkıyla yerine getiremeyen CHP yüzünden ülke ve demokrasimizi bekleyen riskleri mercek altına aldık.
CHP'nin, sosyal demokrat söylem ve sol gelenekten gelen "
yoksulluk" yaklaşımı, toplumda karşılık bulduğu sürece oy artışı sağladığı bir gerçek. Ancak, fert başına milli gelirin artışı, kentleşme sürecindeki hızlanma ve kriz yılları hariç görece artan refah, ülkede pek çok şeyi
yeniden tanıma muhtaç hale getirdi. Bu süreçte CHP, "
aynı kalabilmek adına" her şeyini değiştirdi. Tüzüğünden, genel başkanına dek her şeyini.. Ama ekonomiye bakışı neredeyse hiç değişmedi: "Ülkede yoksullar var ve bu yoksullara yönelik söylemler, toplumda karşılık bulur." Ya da, CHP'li entellektüellerin söylediğine göre "Kitleler de elbet iktidar yorgunu olur. Bu yüzden toplumun dönüşen, gelişen ve genişleyen taleplerini dinlemenin gereği yoktur. İktidardan yorulan, onu "
en köklü alternatif ile değiştirecektir. Bu da CHP'yi adreslemektedir." Fakat böyle olmadı, olmuyor.. Bu gidişle olamayacak gibi... Zira bugün yeni Genel Başkan
Kemal Kılıçdaroğlu'na atfedilen
Gandi Kemal söylemi, sempatik bir algı yaratsa dahi, temeldeki sıkıntı, söylemin hayatta ve toplumda karşılığının olmamasıdır. Bunlardan ilk sıradaki; muhalefetin temel söylemi olan
yoksulluktur. Cumhuriyet Tarihi'mizin en büyük krizi olan 2001'den bu yana yaşanan "
düşük enflasyon, dengeli kur, sürdürülebilir büyüme" ortamında yoksulluk, sayıca azalmakla kalmamış, nitelik de değiştirmiştir. Fert başına mill gelirin 2 bin 600 dolar düzeyinden 10 bin dolara tırmandığı süreçte, "
açlıktan ölünemeyen bir ülke" halini aldık. Şu an toplumun en yoksul kesimleri dahi "
ekmek" odaklı Hint fakiri zihniyetini çoktan terk etmiş bulunuyor. Hal böyle olunca
klasik fukaralık edebiyatı da
toplumda karşılık bulamıyor. CHP'nin yeni liderine yakıştırılan
Gandi Kemal benzetmesi, her ne kadar
Mahatma Gandi duruşu iddiasında olsa bile parti sözcüleri ve mesajları "
hoş bir benzetme" ötesine işte bu yüzden taşamıyor; burası
Hindistan değil ve bizim yoksulumuz, Hint fakiri değil. Bu düşüncenin yansımaları CHP'nin parti programını da şekillendirmiş. CHP iktidara gelirse konomideki önceliğini,
SIFIR AÇLIK projesine verecek! Öyle ki GSMH'nin
yüzde 2.25'ine denk gelecek kaynağı, her yıl bu amaçla harcayacağını beyan ediyor.
CHP, kafasında belirlediği aç ve yoksul tanımına uyan 3 milyon aileye
ayda 400 lirayı, karşılıksız
YAŞAM DESTEĞİ olarak vereceğini beyan ediyor. Yani AK Parti'ye oy verdiği için "
yoksullar ve cahiller" olarak tanımladığı kitle hedef alınıyor.
SIFIR AÇLIK Projesi'nin
performans kriteri de AK Parti'nin uygulamalarına dayandırılmış. CHP, kendi projesi ile yılda
2 milyar 780 milyon liralık AK Parti sosyal yardımlarını, yılda
12 milyar 700 milyon lira ile geride bırakmayı hedeflemiş. Bu harcamaların net bir kaynağı yok, "Yolsuzluğu önleyince para otomatik olarak ortaya çıkacak" gibi sübjektif değerlendirmeler üzerine kurulmuş. Tabii bir de bu konuda dil ve üslup sorunu da var. CHP'nin tanımladığı türde bir yoksulluk yok! İnsanlar da "
yoksul" olarak tanımlanmaktan "
fukara kimliğe gömülmekten" pek hoşnut değil. 2005'ten beri günde 1 dolar açlık sınırında insanımız yok. Yoksulluk edebiyatının toplumda karşılık bulamamasının sebeplerinden biri de CHP'nin tek parti iktidarı yıllarındaki yoksulluğun hâlâ var olduğunu zannetmesi...
Açlık bir yana toplum şişmanlıyor!
Uzun süre CHP sözcülerinin dilinden,
Hakkâri'de taş atan çocukları tartışmış ve bunun "fukaralık söylemindeki karşılığına odaklanmıştık. Oysa bu taş atan çocuklar, Hint Fakiri gibi zayıf ve açlık sınırında bir görünüm arz etmiyorlardı. Aksine, obezite, onların da sorunuydu. Obezite, Türk kadınları arasında yüzde 41 oranlarında. Yani kadınlarımız şişman, erkeklerde ise bu oran yüzde 21'lerde. Özetle zengin toplumların, başta da G-7 ülkelerinin hastalığı olarak da adlandırılabilecek obezite, geliri artan Türk toplumunu bekleyen en büyük tehlikelenden biri.
YARIN: Gecekondular gibi Anadolu sermayesini de ıskaladılar.