İlknur Menlik - Sabah.com.tr
imenlik@comart.com.tr
Yeni araştırmaların sonuçları, önümüzdeki yıllarda BRIC (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ülkelerinin, genel ekonomilerinin yanı sıra gıda ve içecek pazarlarının da büyüyeceğini gösteriyor. Üstelik birçok gelişmiş ülkenin gıda ve içecek pazarı, BRIC pazarının büyümesinin yanından bile geçemeyecek. Listenin en başında yüzde 8,1 yıllık bileşik büyüme oranı ile Çin gıda pazarı geliyor. Ardından Hindistan (%5), Rusya (%3,6) ve Brezilya (%2) geliyor. Yükselen pazarların ilk 10 ülkesi arasında Endonezya, Güney Kore, Malezya, Meksika, Güney Afrika ve Türkiye de var. Türk gıda ve içecek pazarının ise yıllık bileşik büyüme hızının yüzde 1,6 olacağı tahminleri yapılıyor.
Öte yandan yükselen gıda pazarlarının yerel oyuncuları da yavaş yavaş küresel gıda ve içecek pazarındaki global oyuncular için bir baskı unsuru olmaya başladı. Örneğin, dünyanın en büyük gıda ve içecek ihracatçılarından biri olan Avrupa Birliği (AB) gıda ve içecek sektörü, 2012 yılında cirosunu 2009'a göre %6,8 oranında artırarak 1 trilyon Euro'ya çıkarttı. AB'nin gıda ve içecek ihracatı da 2010'a göre %16,6 yükselme göstererek 76,2 milyar Euro'ya yükseldi, ancak AB ihraç mallarının küresel pazar payı 2002'deki %20,5 seviyesinden %16,5'e geriledi. Sadece bu gelişme bile, içlerinde Türkiye'nin de bulunduğu yükselen pazarlardaki oyuncuların, yavaş da olsa küresel gıda ve içecek pazarından aldıkları payı arttırdığına işaret ediyor. Can alıcı soru ise şu: Küresel pazardaki boşluğu kimler dolduruyor?
Türk gıda ve içecek üreticileri için özellikle önümüzdeki yıllarda küresel ya da bölgesel pazar payını arttırabilmeleri adına potansiyel fırsatlar var. Ancak bu noktada küresel pazarlara erişim ve bu pazarlarda tutunabilmek için iki önemli husus ön plana çıkıyor: "yeni ürün ve hizmetler sunmak" ve "operasyonel verimliliği artırmak". Bu nedenle şirketlerin bu iki konuya acilen odaklanmaları gerekiyor.
Yine bu konuda dikkat edilmesi gereken bir başka hususun, yükselen pazarlarda mevzuat, ticari kısıtlamalar ve serbest ticaret anlaşmaları gibi iş yapış biçimlerinde meydana gelebilecek değişiklikler olduğunu söylemek lazım.
Diğer yandan gelişmiş pazarlarda baskı unsuru olabilecek bir girişim de sürdürülebilirlik konusu. Sosyal medya, STK'lar ve bilginin hızlı yayılımı ile farkındalığı yüksek müşteri kitlesi artıyor. Tüketiciler artık, sosyal sorumluluk sahibi firmalara saygı duyuyor. Geçen yılki küresel ekonomik düşüş sırasında bile, sürdürülebilirlik, daha fazla refah seviyesi, kaynak kullanımı ve biyolojik çeşitlilik gibi konularda mesajları olan markaların ürünleri yükselişini sürdürdü. Bu, tüketicilerin etik üretim, çevre ve sorumlu kaynak kullanımı gibi konularda gelecekte de taviz vermeyeceğini gösteriyor.
AB Gıda ve İçecek Endüstrileri Konfederasyonu (FoodDrinkEurope) Başkanı Jesus Serafin Perez'e göre, karşılıklı serbest ticaret anlaşmaları, dünya pazarlarında giderek payı azalan Avrupa gıda ve içecek sektörünün diğer pazarlara daha fazla erişim sağlayabilmesini garantilemek için en verimli yöntemden biri oldu. Genel anlamda Türkiye'nin de bu eğilimi gördüğünü ve son yıllarda serbest ticaret görüşmelerine ağırlık vermeye başladığı söylenebilir.
Ancak kesin olan bir şey varsa, o da değişen tüketici ihtiyaç, istek ve beklentilerini doğru yakalayan ve bunlara doğru ürün ve hizmetlerle yanıt verebilen şirketlerin büyüyeceği ve karlarını arttıracağı… Bu nedenle bizim de mutlaka bu küresel eğilimleri doğru okumamız ve büyüme planlarımız arasında bunlara ilk sıralarda yer vermemiz gerekiyor. Yoksa küresel pazardan payı başkaları kapabilir…