BİZ SABRI MUTLULUĞUN RESSAMI BOB ROSS'TAN ÖĞRENDİK!
'Savcı Turgut' gibi bir rolle gündemdeyken, çocukluğumuzun mutluluk ressamı Bob Ross olma 'ters köşe' teklifimi hemen kabul ettin. İzler miydin hakikaten?
İzlemez olur muyum! Onun sayesinde ülkede birkaç nesil; yağlı boya ağaç, göl, dağ nasıl yapılır onu öğrendi. Hatta onun sayesinde sevdi resim sanatını. Sabreden insanın sonuca nasıl ulaşacağını belki de ilk onunla deneyimledi. Üstelik nefis de bir seslendirmesi vardı. Tuhaf saçları ve sakin hâliyle birbirine benzeyen onlarca resim yapan ama bizim asla sıkılmadığımız bir adam olarak hafızalarımıza kazındı. O dönemde büyüyen her Türk evladı gibi benim için de yeri ayrıdır.
'CANCAĞIZIM'IN HİKAYESİ
"Cancağızım' konservatuvar yıllarından bu yana klasik çeviri oyunlarında sıklıkla karşılaştığımız bir hitap şekliydi. Oyunlarda kullanır, hatta kullanırken de gülerdik. Bir gün setteyken ağzımdan çıkıverdi. Hiç planlanmış veya senaryoya yazılmış bir şey de değildi. Ama senaristlerimiz 'Savcı Turgut'a bu hitap şeklinin çok yakıştığını söyeyip devam etmemi istediler. O gün bugündür 'ziyadesiyle' kullanıyorum."
ÇETİN TEKİNDOR AMERİKA'DA OLSAYDI ROBERT DE NIRO'YDU!
Temelde bir ailenin hikayesi var ama memleketin belki de son 50 yılda yaşadığı tüm bürokratik problemleri de anlatıyor dizi. Basitmiş gibi görünen kocaman bir fotoğraf mı var ortada?
Dizinin bu kadar izlenmesinin sebebi de o aslında. Çok güzel kurgulanmış ve çok güzel yazılan bir dizi 'Karadayı'. Bu anlamda senaristler Sema ve Eylem'i tebrik etmek gerekiyor. Her an heyecan seviyesini yüksek tutmayı becerebiliyorlar. Ondan daha da önemlisi; şaşırtmayı çok iyi beceriyorlar. Ben okurken şaşırıyorum; eminim izleyiciler için de öyledir. Zaten hiçbir sanat eseri, bulunduğu toplumdan tamamen kopuk olamaz. İlla ki izler barındırır. Bu, diziler için de geçerli. Tamamen kurmaca bir hikaye olmasına rağmen; bizim dizide de bu ülkenin gerçeklerinden, yakın geçmişinden çok ciddi izler var.
AYNI DİZİDE OLMAK BÜYÜK BİR GURUR
Bir de Çetin Tekindor faktörü var. Hakikaten bizim gördüğmüz kadar 'süper' bir insan mı?
Benim en büyük şansızlığım, bütün bu kötülükleri; o kadar hümanist, o kadar erdemli, o kadar doğru bir adama yapıyor olmam. O ne kadar düzgün olursa, benim de kötülüğüm o kadar artıyor aslında. Konservatuvardan hocam olur zaten. Biz okuldayken kendi aramızda "Bu adam yanlış ülkede doğmuş. Amerika'da doğsaydı; Robert de Niro gibi, Al Pacino gibi bir oyuncu olurdu ve bütün dünya tanırdı" derdik. Şimdi onunla aynı dizide olmak, aynı sahneyi çekiyor olmak büyük bir gurur.
ANTHONY HOPKINS HER SENE OSCAR ALSIN
"Seneye Oscar alsa mutlu olurum" dediğin aktör kim?
Her sene Anthony Hopkins alsa çok mutlu olurum. İzlemekten zevk aldığım adamlardan biridir. Oturup filmlerini sabahlara kadar izlerim. Ama o da yaş olarak yavaş yavaş miadını dolduruyor. İkinci seçeneğim de Edward Norton olurdu. Oralarda sektör çok farklı. Şartlar ve imkanlar oyuncunun kendini geliştirmesine de olanak sağlıyor.
İmkan olsa çalışmak isteyeceğin yönetmen?
Tarantino. Günün birinde onunla çalışmayı çok isterim. Martin McDonagh ile de çalışmak isterim. Türkiye'de üç oyununda sahneye çıktım. 'In Bruges' nefistir, ha keza son filmi '7 Psikopat' da öyle. İzleyicinin gözüne sokmadan dünya meselelerini o kadar güzel anlatıyor ki... Kendimize dönersek... Ozan Açıktan; çok iyi arkadaşımdır. Müthiş bir sinema dili olduğunu düşünüyorum. Onunla çalışmayı çok isterim. Reha Erdem de mutlaka bu listede yer alır.
HERKESİN SEVDİĞİ İNSAN OLUNMAZ
Normal hayatta sevilen bir adam olmak mı, yoksa dizideki gibi korkulan bir adam olmak mı?
Bir insanın çok sevilmesi de, çok korkulması da problemdir. İnsan birçok rengi barındıran bir varlık; dolayısıyla herkese hitap edebilmesi teknik olarak mümkün değil. Herkesin sevdiği adamdan kıllanırım. Biz tam bir geçiş kuşağıyız; 68'li abilerimiz de oldu, 80'li yıllarda doğan kardeşlerimiz de. Bugün hayatımızı şekillendirmiş olan ne varsa; radyosu olsun, televizyonu olsun, ilk bizim jenarasyon tarafından tecrübe edildi. O yüzden ilginç bir nesiliz biz. Şimdiki nesil her şeyi çok daha hızlı tüketiyor, dolayısıyla uçları daha kolay yaşayabiliyorlar. Ben 'eskici' bir adamım. Koy 1800'lü yıllara; çok kolay uyum sağlar, yaşarım. Toprakla uğraşsaydım çok mutlu olurdum mesela.
Kötüyü oynamak için kötülük jargonuna da bir parça hakim olmak gerekiyor sanki...
Hiçbir oyuncu yoktan yaratamaz. O karakteri canlandırmak için ya hayatının bir bölümünde onun gibi yaşamış olması ya da onun gibi yaşamış olanları gözlemlemesi gerekir. Ama yaşamak kadar iyi done veren bir şey yoktur. Tabii yaşayacaksın diye gidip kötü insanlardan biri olmak, onlar gibi yaşamak da olacak şey değil; ama sana yeterli bilgi verecek derecede bir yaşanmışlığın her zaman faydası var. Kötüyü oynayacaksan eğer; çocukluğun sokaklarda geçtiyse, misket için kavga ettiysen çok yararını görürsün.
HENÜZ SOKAKTA TEPKİ BAŞLAMADI
Ölen karakter arkasından gıyabi cenaze namazı kılmış milletiz. Kötü adam olarak, sokakta tepkiler başladı mı sana?
Henüz o tepkiyi ölçecek kadar çıkamadım sokağa. Ama zaman zaman sosyal medyadan tepkiler geliyor. Bu savcının gerçekten var olduğunu ve bu kadar kötü olduğunu zannedenler var. Üzülmek mi lazım, sevinmek mi lazım bilemiyorum. Oyuncu olarak sevinmek lazım galiba; çünkü işini ne kadar iyi yaptığını gösteren bir durum bu. Bir taraftan da tedirgin edici bir durum. Ama eskisi gibi abartılı tepkilerin olabileceğine de inanmıyorum. Sonuçta toplum her anlamda gelişiyor. Ufak tefek tepkiler dışında çok da bir şey olmaz.