Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ÖNCEL ÖZİÇER

35 yaşında ve bekarım Şimdi ben ne yapmalıyım?

Yok, bekarım ama 35 yaşında olan ben değilim.
Arjantinli Paula...
Bir dönem beraber çalıştığım gazeteci arkadaşım pek kıymetli Hande Şarman geçenlerde Facebook'taki sayfasında yedi dakikalık bir kısa film paylaştı.
Paula'nın '35 yaşında ve bekar' isimli dokümanter filmini.
Tüm arkadaşları evlenip çoluk çocuğa karışan bu genç kadın, son arkadaşının da başı göğe erince oturup hayatını sorgulamaya başlamış.
Özetle "Yüzde 25 evlenmek, yüzde 27 özgür kalmak, yüzde 22 çocuk yapmak yüzde 26 da spiritüel bir hayat yaşamak istiyorum ama ailem en başta olmak üzere toplum bana 'Yüzde 100 evlenmen ve çocuk yapman lazım' diye öğüt veriyor, benim de kafam çok karışıyor" diyor.

BASKININ ÜLKESİ, DİNİ YOK
30 yaşına gelmiş ve geçmiş her bekar kadının hissettiklerini hissediyor yani.
Bu baskıyı iliklerinde hissetmenin ülkesi, dini, kültür seviyesi yok anlayacağınız.
Hayatı boyunca annesinin dizi dibinden hiç ayrılmayan Hale de aynı duygular içinde, plaza yorgunu iş kadını Jale de, Arjantinli Paula da...
Hiç evlenmemiş olmak, bekar kalmayı tercih etmek, nikah masasına hiç oturmamak; dünyanın neresine giderseniz gidin utanılacak bir durum, bir tür eksik kalma hali sayılıyor.
İşte bunlar hep yüzbinlerce yıllık kodlamalar ve genlere işlemiş bilinç yazılımları.
İşin içinde 'Artık üremen, çoğalman lazım' diyen hormonlar da var tabii.
Hal böyle olunca, bu baskılara boyun eğip sadece evlenmiş olmak için evlenenlerin mutsuzluğu, aslında doğru insan bulunduğunda pek eğlenceli olan evlilik kurumunu karalıyor.
İnsanları 'hem evlenmek zorundayım, hem de evlilikten çok korkuyorum' ikilemi arasında sıkıştırıyor.
30 yaşına geldiysen ve hâlâ bekarsan, 'Eyvahlar olsun; hem gençliğin sonuna geldim, hem de evlenmek için çok geç kaldım' paniğiyle ilk bulduğun insanla nikah masasına oturmaya kalkıyorsun.

EVLİLİĞE KARŞI DEĞİLİM
Ben böyle yazınca, ilkokulu bitirdiği dönemden itibaren tek amacı hayırlı bir koca bulup çocuk yapmak olan ve bunu kendince başaran kadınlardan eleştiri alıyorum; "Sürekli evlilik kurumunu yeren yazılar yazmanızdan çok sıkıldık" diyorlar.
Çünkü okuduklarını anlamıyorlar.
Ya da belki hata bende, doğru düzgün yazmayı beceremiyorum.
Şöyle tane tane yazayım ve bu kez doğru anlaşılabilmeyi dileyeyim:
Evlilik kurumuna bayılmıyorum ama asla karşı da değilim.
Hatta ben de bir zamanlar denedim.
Ama sevgiliyken hissettiğim aşkı ve heyecanı o imzayı attıktan sonra puff diye kaybettim. Birisinin 'karısı' olma halini bir türlü sevemedim.
Bu duyguya bayılanlara da hiç lafım yok. Daha evliliğin ilk gününden ağzını doldura doldura, şöyle iki 'c'li 'Koccam, koccam' diyen kadınları anlamakta güçlük çekiyorum ama yermiyorum da...
Evliliğin; sadece yüzüne her baktığında heyecanlandığın, boyundan posundan tipinden tut, hayat görüşüne, duruşuna, fikrine, zikrine 'hayran' olduğun biriyle gerçekleştiğinde keyifle yaşanacak bir kurum olduğuna inanıyorum.
O insanı buluncaya kadar da yaşla maşla kafayı bozmadan, panik yapmadan, özgürlük duygusunu doya doya yaşamak, toplum ve aile baskısını görmezden gelmek gerektiğini düşünüyorum.
Bir de şu var ya hani: 'Ayy ben yalnız mı öleceğim?'
Ölmezsiniz, ölmezsiniz merak etmeyin.
Ayrıca iki kişilik mutsuzluktansa, tek kişilik mutlu bir hayatın ne kadar kıymetli olduğunu anlamak lazım.
Unutmayın; evde kalmak yok, doğru insanı bulana kadar özgürlüğün tadını çıkarmak var...
Önce bir sakinleşin :)

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA