Şahan Gökbakar, 'Recep İvedik 3'te Nuri Bilge Ceylan'ın 'Uzak' filmiyle ilgili şu espriyi patlatmıştı: "Biliyorum o filmi. Adam bir yürümeye başladı. Ben çıktım, gaz, elektrik, su faturasını yatırdım eve geldim, hâlâ yürüyordu." Evet, birçokları için 'Yumurta', 'Uzak' gibi filmleri izlemek işkence çekmekle eş değer. Yeni nesil için durum daha da vahim. İnternet hayatın çarklarını o kadar hızlı çevirmeye başladı ki, bırakın sanatsal yapımları kimsenin gazetelerdeki uzun makaleleri okumaya bile zamanı ve tahammülü yok. Artık sanatın bile kısa ve özü makbul. Dünyada da durum aynı... Sanatsal filmleri çeken yönetmenler de bu gerçekleri bildikleri için gişeyi fazla dert etmiyorlar. Mesela Semih Kaplanoğlu "Keşke 'Süt' ve 'Yumurta'yı 100 bin kişi izleseydi. O para yeni film çekmek için yeterliydi" diyor. Ama yurtdışında övgü ve ödül yağmuruna tutulmasına rağmen bu kadar mütevazı istekleri olan yönetmenler ve onların eserlerini öven eleştirmenler Türkiye'de aşağılanıyor. Üstelik bunu yapanlar da bazı çok okunan yazarlar. Bu filmlerde ne buluyorsunuz diyenlere de yanıtı 'Bal' filminin oyuncusu Erdal Beşikçioğlu versin: "Bal sözün üzerinde bir film. Yaşanan neyse o doğa karşında, o seyirciyle buluşturuluyor. O yüzden diyalogların gereksiz olduğunu düşünüyorum. Semih Bey'in fotoğraflarının hepsinde birer destan var. Uzun laf söylemenin anlamı yok. Söz isteyen tiyatroya gitsin. O durumun içinde var olmak önemli. Bunları sözlere dökmenin anlamı yok." İşte 'Uzak'ta dakikalarca yürüyen adama katlanmanın panzehiri bu... Eğer buna katlanır ve o durumun içinde var olmayı başarırsanız sizi doyumsuz, sinemasal zevkler bekliyor. Tabii bu da belli bir emek istiyor. Hadi yeni başlayanlar için de ev ödevi vereyim: Andrei Tarkovsky'nin 'Andrey Rublyov', 'Solaris', 'Stalker' filmleriyle işe başlayın. Tekrar tekrar izleyin... O filmleri hatim ederseniz, 'Yumurta' gibi yapımları size çerez gibi gelecek.