New York insanların sevebilecekleri işlerde çalışmak için geldikleri bir şehirdir. Buna rağmen Pazar akşamları şehri daima bir hüzün kaplar. Kendisini sokaklara atmış köpeklerini gezdiren, akşam yemeğine giden, nehrin kıyısında koşan insanların adeta karanlığın çöküşünü biraz daha uzatmaya çalıştığını hissedebilirsiniz. Zira Pazartesi'nin yaklaştığını bilmektedirler. Pazar akşamı karanlığın çökmesi herkes için eve dönüş vakti değildir elbet. Ama sanki herkes eve yöneliyormuş gibidir. Muhtemelen önünde uzayan haftanın derdine çoktan düşmüş olanların kafasındaki tek düşüncedir bu. Fakat Pazar akşamı Salı akşamından tamamen farklı hisler uyandırır. Kaldırımlara daha yavaş atılan adımlar, sanki bir isteksizliğin yansımasıdır. Trafik melankolik bir hal alır. Akşamın son gezintisine çıkmış köpeklerin bile "hayatın Pazar halini" koklayabildiği izlenimine kapılırsınız. İnsanların her yerde birbirine "hoşça kal" dediğini duyarsınız. Çiftler sokak köşelerinde ve kahverengi taş merdivenlerde vedalaşır, bir erkek bir kadını taksiye bindirip uzaklaşırken ardından bakar, bir grup yeniyetme, metro girişinde yaygara yaparak dağılır. Bu anlarda sadece birbirimizin arasında yaşamıyoruzdur, bunlar birbirinin arasında yaşamayı ahenkli bir şey gibi hissettiren anlardır. Sanki şehir her gün ortaklaşa yarattığımız bir şey gibi gelir. Eve gideriz, yatağa uzanırız ve ışığı kapatırız. Pazartesinin kendine has hızıyla başlayacağını ve uyanıp yarışa kaldığımız yerden devam edeceğimizi bilerek…