Medyayı takip eden farklı kuşaklar Coşkun Aral'ı değişik özellikleriyle tanır. Onunla tanıştığımda Gökşin Sipahioğlu'nun sahibi olduğu Paris'teki dev fotoğraf ajansı
Sipa Press'te çalışan en genç, en gözüpek foto muhabirlerinden biriydi. Dünyanın hangi bölgesinde bir savaş, ayaklanma patlak verse Coşkun Aral görevlendirilirdi. Kendisi gibi gözünü budaktan esirgemeyen az sayıda seçkin foto muhabiri ile olayların odağında yer alır, kamerasına kaydettiği çarpıcı görüntüler olabildiğince kısa sürede, günümüzle karşılaştırıldığında çok ilkel kalan iletişim kanallarından Paris'e, oradan da dünyanın dört bir yanındaki yayın organlarına iletilirdi. Zaman içinde fotoğrafları hemen tüm uluslararası yayın organlarında yer aldı, haber dergilerinin kapaklarını süsledi. Çektiği savaş fotoğrafları başta New York'taki Time Life Galerisi olmak üzere birçok ülkede sergilendi. İzlenimlerini, gözlemlerini çok sayıda kitapta bir araya getirdi. Coşkun Aral'ı daha sonraki kuşaklar, dünyanın dört bir yanından görüntülediği
Haberci adlı televizyon belgesel dizisinden tanır. Bu kalitede belgeseller için belli başlı uluslararası TV kanalları kalabalık ekipler görevlendirip, onlara aylarca çalışma süresi tanırlarken, Coşkun Aral yok denecek kadar az bütçelerle yıllarca mucizeler yarattı. Bizzat tanığım; Umman'da bir geziye davetliydik. Aral da burada
Haberci programı için çekim yapıyordu. İkinci bir kamera gerekince yerel bir TV stüdyosuna gitti. Kanal yöneticileri bedava kamera vermeye yanaşmadılar, Aral'ın da istenen kirayı ödeyecek parası yoktu. Orada kaldığımız sürece Umman televizyonunda geceleri film montajı yapma karşılığı ikinci kamerayı sağladı, geceli gündüzlü çalışarak istediği görüntüleri toparladı.
Haberci belgeselleri birçok ülkenin televizyonlarına satıldı, Aral'ın belgeselci olarak ünü fotoğrafçılığını geride bıraktı. Ancak o, yıllardır sadece Türk belgesellerinin yayınlanacağı bir kanalı düşlüyordu. Sonunda İz TV adlı ilk Türk belgesel kanalını hayata geçirmeyi başardı, kültür programlarını takip eden izleyicilerin en beğendiği kanallardan biri haline getirdi.
ARAL'IN GİZLİ MARİFETİ
Nihayet son marifetini geçen hafta içinde öğrendim. İtalyan Kültür Merkezi'nde
Annemin Yemekleri başlıklı kitabının tanıtımına davet edildim. Aslında 'annemin yemekleri', 'teyzemin mutfağından' türü kitapların önemli bölümünde basmakalıp tariflerin yer aldığı yolunda bir önyargım var. Ancak Coşkun Aral'ı tanıdığım için, onun basmakalıp bir eser ortaya çıkarmayacağına güvenerek tanıtım toplantısına gittim. Kültür merkezinden içeri girince burnuma yoğun bir esnaf lokantası kokusu geldi. 'Herhalde İtalyan Kültür Merkezi açıldığından beri böylesine yemek kokmamıştır,' diye düşünerek merdivenlerden çıktım. Büyük salonda bir ziyafet sofrası kurulmuş, yandaki mutfakta elinde kepçe, önünde önlük Coşkun Aral harıl harıl 'annesinin yemeklerini' pişiriyordu. Az sonra yemekler birer ikişer sofraya getirildi. Nefis yoğurtlu buğday çorbası 'lebeniye', haşlanmış içli köfte, içli köftenin ağababası 'kitel', iki tür bulgur ve kıymayla yoğrulup tavada kızartılan 'ırk' adı verilen köfte, mercimek köftesi, domatesli, pirinçli domatesiye, iki çeşit humus ve nihayet perde pilavı. "İçli köfteleri de mi sen yaptın yoksa?" dedim şaşkınlıkla. "Yok; o kadar da değil. Malzemesini annemin tarifinden ben yaptım ama köfteleri eli yatkın dostlarım doldurdu," dedi. Kitabın önsözünde, "Kalabalık aile sofralarında yenen yemeklerin tadı hep başka olmuştur. İnsan hayatı boyunca çocukken yakaladığı ve belleğine hapsettiği lezzetleri arar, durur. Annenin elinden hazırlanan yemeklerin tadını, tuzunu öyle kolay kolay bulamaz kimse, annesinin mutfağının dışında başka bir yerlerde. İşte bu kitap bu anlayışın bir ürünü," diyor Aral. Aral'ın, bir tarafı Trabzon, bir tarafı Bursa'dan gelmiş anneannesi, sonunda Siirt'e yerleşmiş. Kendi annesinden öğrendiği yemekleri yöre mutfağıyla birleştirmiş. Kız kardeşinin İzmir'e gelin gitmesiyle sofralarına zeytinyağlılar da girmiş. Yengesi Aksaraylı olduğundan, ikindi çaylarına hamur işleri de çıkarılır olmuş. Adına yakışır bir coşkuyla, Aral, herkesin annesinin, anneannesinin yemeklerini kaydetmesi, gelecek kuşaklara bırakması gerektiğini, yoksa giderek ailelerin, yörelerin hatta ulusun ortak yemek kültürünün yok olup gideceğini söylüyor.
Annemin Yemekleri ile yemek yazarı olmayı amaçlamadığını, sadece kendi üzerine düşen görevi yerine getirdiğini anlatıyor. Fotoğrafları ve tarifleri iddialı ama sayfa sayısı ve boyutları mütevazı bu kitaptan hepimizin alacağı bir ders var. Bu topraklarda yaşayanlar kuşaklar boyunca Anadolu'nun dört bir yanına dağılmış, gittikleri yerlere kendi dinlerinin, mezheplerinin, yörelerinin kültürlerini taşımış, bulundukları yerin kültürünü benimsemiş. Sonunda ortaya çıkan ortak kültür hamurunda artık neyin kime ait olduğunu anlamak olanaksız hale gelmiş. İşte Türk ulusunu bir arada tutan da bu; ortak kültür, ortak gelenekler. Ve tabii ortak yemeklerimiz.
Annemin Mutfağı önümüzdeki günlerde belli başlı yayınevlerinde satışa sunulacak.