Evrensel
rekabet ilkelerinin adamakıllı çiğnendiği bir 'kainat güzeli' yarışmasında tacı takan kraliçe kalabalık bir salonda coşkuyla alkışlanıyor. Salon, şöhrete aç birinin 'alkışlanma fantezisi'ni ziyadesiyle doyuracak bir alkış sağanağıyla inliyor. Yarışma, 1980'li yılların magazin ikliminde üne kavuşmanın klişeleşmiş yönteminin basit bir tekrarından ibarettir. Kaide bellidir: Henüz el değmemiş, masum ve yakıcı derecede güzel bir genç kız, bir gazete ya da mecmuanın düzenlediği güzellik yarışmasında birinci seçilir. Âleme intisap edebilmek, ünlü olabilmek için 'yeni', 'taze' olmak şarttır. Boşuna değildir yarışmaya katılanlarda bekârlık koşulunun aranması. 'Bekarlığın' sunulacağı makam olan şöhret tanrısı ise yeni evlenmiş güzel kızların, kocalarının yatağına girmeden önce ikram edildiği Ortaçağ soyluları gibi şehvetle ganimetini beklemektedir. Hülya Avşar, işte böyle bir başlangıç öyküsüyle, 1982 yılında
Bulvar gazetesinin açtığı kainat güzeli yarışmasında birinci seçilerek, dünyamıza, kainatımıza girdi. O gün bugündür de neredeyse kesintisiz olarak gündemimizi işgal ediyor. Son olarak Tarkan'a yönelik zehir zemberek açıklamalarıyla ve sevgililerini elinde tutmak için büyü yaptırdığı iddialarıyla gündeme geldi. Avşar, çeyrek asrı aşkın bir süredir beslendiği dünyanın içine girer girmez sistemin altın kuralını çiğneyerek -daha önce evlendiği halde güzellik yarışmasına girerek- ilk faulünü yapmış ve aykırılığıyla âleme mıhlanacağının sinyalini o zamandan vermişti.
ALATURKA CELEBRITY KONTESİ
Yaygın kanaate göre Türkiye'nin gelmiş geçmiş en güzel kadını olan, Ardahan'dan Edremit'e kadar memleketin bilumum kahvehanelerindeki erkeklerin hülyalarını süsleyen alaturka celebrity kontesi Hülya Avşar, 10 Ekim 1963'te Balıkesir Edremit'te doğdu. Avşar'ın annesi Emral Avşar, Edremitli bir Türk; babası Celal Avşar, Ardahan Hasköylü bir Kürttü. Baba, banka veznedarıydı. (Avşar'ın para sevgisinin kökeni, babasının veznedarlık yıllarına kadar uzanıyor olmalı.) Tacının geri alınmasına rağmen
Bulvar'ın açtığı güzellik yarışması hayatında dönüm noktası oldu Avşar'ın. Önce reklam filmlerinde oynamaya başladı. Kısa sürede hatırı sayılır bir hayran kitlesine ulaştı. Sinemada asıl büyük çıkışı 1985 yılında güzelliğiyle sınıf atlayan bir sekreteri canlandırdığı
Sekreter filmiyle yaptı. Filmde dönemin büyük işadamı Sakıp Sabancı'ndan ilham alınarak türetilmiş bir karakter, ne hikmetse sadece izlemekle yetindiği bir güzellik için milyonlarca dolar harcıyor ve bir sekreterden holding patroniçesi yaratıyordu. Avşar 1986 yılında, şimdinin Fatmagül'ü Beren Saat henüz iki yaşındayken,
Fatmagül'ün Suçu Ne? adlı filmde oynadı. Yine o dönemlerde Avşar'ın yolu, türkücü İbrahim Tatlıses'le kesişti. İlkin
Mavi Mavi filminde oynadılar. Giderek esaslı bir PR faaliyetine dönüşen ilişki söylentilerini ne yalanladılar ne de doğruladılar. Muhtemelen o dönemde Tatlıses'in duyguları daha kösnül, dolayısıyla daha sahiciydi. 1980'li yıllarda gol kralı Tanju Çolak'la çok tartışılan bir ilişki yaşaması, Avşar'ın aşk-PR diyalektiğinde ne kadar usta olduğunu bir kez daha gösterdi. Futbolun ve golün cinsel çağrışımları düşünülse bile ilişki için Tanju'nun planlı olarak seçildiği söylenemez elbette. Ama bu aşk hikayesinin Tatlıses'i üzdüğü söylenebilir. İlişkileri gibi evlilik hayatı da fırtınalı olan Avşar'ın, 1997 yılında evlendiği ve 2005'te boşandığı Kaya Çilingiroğlu'ndan Zehra adında bir kız çocuğu var.
TOPLUMUN AVŞAR İHTİYACI
Anketlere göre 'Türkiye'nin en marka sanatçısı' olan Hülya Avşar, bütün bu yönleriyle değerlendirildiğinde -gerçek başarıları bir anlığına unutulursa- gençler için anti-rol model olması gereken bir sima. Zira gençler, ona ve muadillerine bakarak göz önünde olmanın, çok konuşulmanın kişiyi aynı zamanda 'değerli' kılacağı yanılgısına sürükleniyor. Avşar, aynı anda pek çok şey olmaya çalışıp da sırf bu yüzden pek bir şey olamayan postmodern pop simalarının başat örneği. Hikâyesinin sonunda Avşar'ı, Adorno'nun "Olağanüstü güzel kadınlar mutsuzluğa yazgılıdır," sözündeki gibi bir trajedi bekliyor mu bilinmez. Ama
Pamuk Prenses ve Yedi Cüceler'den hatırladığımız üzere masallar, güzelliğiyle fazla meşgul kraliçelerin sonunu pek de iyi anlatmaz. Kraliçe için ayna neyse, medya da Hülya Avşar için aynı işlevi görüyor. Her şeye rağmen Hülya Avşar benzeri kadınların bizim gibi toplumlar için gerekli olduğunu iddia etmek mümkün. Sözgelimi savaşan bir ordunun, onun kartpostal resimlerine gereksinimi vardır. Kamu libidosu onun da bundan şekvacı olmadığını bilir. Cephedeki askerin olduğu kadar David Lynch başyapıtı
Kayıp Otoban'daki Alice karakteri gibi oto tamircilerinin de hayalini süsleyen kadınlardır Avşar ve muadilleri. Savaşan ve çalışanları, yani toplumu yaşatıp büyütenleri diri tutmak için böyle kadınlara ihtiyaç vardır. Tabii böyle kadınların da alanlarının dışına çıkmamaları, sözgelimi kitap okumamakla övündükleri halde felsefe kitabı yazacaklarını açıklamamaları, "Hayatımda hiç mutlu entelektüel görmedim," gibi iri laflar etmemeleri kaydıyla... Avşar, muhtemelen kendisi hakkında yazılan bu metni de pek anlamayacaktır ama biz yine de yazıyı bitirirken naçizane bir tavsiyede bulunalım. Kamu libidosu, Türkiye'nin en güzel kadını olduğu söylenen Avşar'dan, bir Monica Bellucci tevazusu ve olgunluğu bekliyor. Bunu başarabilirse belki burçdaşı Bellucci gibi yıllandıkça güzelleşen bir şarap gibi yaşlanabilir. Aksi takdirde Avşar, 'terroir' bakımından yeterince zengin olmadığımız da hesaba katılırsa Türkiye toplumunun damağında nahoş bir aroma bırakacak.