4 ARALIK SALI
Of of of! Bu cehaletin üstüne bir de para mı kazanıyorlar!
Güven Bana diye bir yarışma var atv'de, Tamer Karadağlı sunuyor. Birbirini ilk defa o an orada gördüğüne yemin eden iki yarışmacı ortak oluyor, birlikte hareket edip cevap veriyor, beraber kazanıyor ya da kazanamıyor. Amaaa... Biri diğerini satarsa, oyunu kesip o ana kadar biriken paranın tamamını alıyor. Güven mi, istismar mı? İnsan mı, para mı? Arada aileler buluşması ve fikir teatisi vs. Psikiyatrlara yorumlatılabilecek bir program. Salı akşamki bölüm, cehalet mi yoksa kör cehalet mi diye de sordurur nitelikteydi. Tabii onlara sorsanız, hep heyecandan! Bütün yarışmalarda böyle zaten: Hep dillerinin ucunda da, o dil işte biraz uzun ve virajlı, zor ucundan çıkmak! Bir tek kişinin bilememesi daha tahammül edilir oluyor ama işte iki kişinin kafa kafaya verip bir Nasrettin Hoca kostümünü (Kürk! Kürk! Ye kürküm ye!) bulamaması, Abidin Dino ne işle iştigal etmiş olabilir, bir türlü karar verilememesi filan fesüphanallah yani. Derken o soru geldi: Pizzanın anavatanı neresi? "İtalya," dedi adam. "Evet, İtalya," dedi kadın. "Pizza yemeye Barselona'ya gitmiş biri olarak çok eminim!" "Cevap veriyoruz," dedi adam: "Pizza. Evet pizza!" İnsan seyrettiği şeyin gerçek olamayacağını düşünüyor. Sonra "Uzak filmiyle Cannes'da ödül alan yönetmen kim?" sorusuna "Nuri Bilge Ceylan," cevabını veren (Hayret!) partnerine güvenmeyip, paraları alıp gitti kadın, iyi mi!.. Pizza yemeye, pizzanın anavatanı olan İtalya'nın Barselona şehrine gitmiş olan kadın! Evet, hep beraber ağlayabiliriz.
5 ARALIK ÇARŞAMBA
Salt Galata'nın kafesindeki sandviçler anlaşılıyor neyse ki...
Bu bir tercih tabii. Bir sanat eleştirisinin 45 kelimelik cümlelerle yazılması. Bir küratörün beşer dakikalık, gündelik hayatta asla kurulmayan cümlelerle konuşması. Bir serginin gözü, bedeni, zihni zorlar biçimde yerleştirilmesi. Bir internet sitesinin çıldırtıp pes ettirir karmaşada tasarlanması. Entelektüel kaygılardan, estetik kasmalardan, işleve sıra gelmemesi. Her şeyin, hayatı zorlaştırma ilkesiyle yürütülmesi. Farzımuhal bir Atatürk Kültür Merkezi sergisi düşünün. İstanbul'un, Türkiye'nin bu en çok konuşulan, tartışılan, en önemli modern mimari eserlerinden biriyle ilgili neler neler, ne malzemeler bulunsun bu sergide. Tarih, mimar Hayati Tabanlıoğlu'nun doğumuyla başlasın. 31 yıllık yapım sürecine dair dünya malumat olsun. Ortalık fotoğraf ve belge kaynasın, maket de yapılsın. AKM'nin hikayesinin yanı sıra modern mimarinin gelişimi de anlatılsın. O dönemde dünyada yapılmış benzer binaları da göstersin. Sırf yapıların soğuk duvarlarını değil, AKM'nin bu şehirdeki 'modern hayat'ı nasıl gerçekleştirdiğini, kültür sanat tarihini ve insanları nasıl etkilediğini de ortaya sersin. Şahane bir sergi olsun özetle. Fakat tavanla zemin arasında gidip gelen küçücük yazıların takibi imkansız olsun. Boy etmesin, boyun tutulsun, eğilirken bel incinsin, saatler gereksin. Böylesine bereketli, sonsuz malzeme varken elde, kalıcı bir kitabı basılmamış olsun. Neyse ki Salt Galata'nın kafesinde her şey normal ilerliyor. Sandviçlerin ekmeği çiğnenebiliyor, düşünün! Su boruda, çay tüpte gelmiyor mesela. İçebiliyoruz.
6 ARALIK PERŞEMBE
Var mı Tom Aikens'i dinlemek isteyen?
Gastronomi âleminin yıldızlarından, üstelik Doors Grubu ile kurduğu akrabalıktan sonra artık daha bizden sayılan İngiliz yetenek, yaratıcı ve kurucu ve pek tabii ki Michelin'li şef Tom Aikens, Marka 2012 Konferansı'na gelecek. Olaylar 13-14 Aralık'ta Swissotel'de geçecek. Konuşması büyük ihtimal enteresan olacak. Bulunsun aklınızın bir köşesinde
7 ARALIK CUMA
Beyoğlu İnci'nin ve giden tüm sevdiklerimizin ruhuna fatiha
Beyoğlu İnci'nin kapanması, bir sevdiğinin, dostunun, ahbabının, bu hayattan göçüp gitmesi gibi... Ne zaman olsa, ne şekilde olsa, acıtır. Ama bir de bazı daha trajik ölümler var; oluş biçimiyle de insanın acısını katlıyor. Şu anda beliren habere bakıyorum da, İnci Pastanesi'nin zabıtalar tarafından tahliye edilmesi de tam böyle. Yarım kalmış profiterol tabaklarının alelacele üst üste yığılması filan, insanın içini burkuyor. Mesela Rejans'la aynı şey değil his olarak. Rejans, uzun yıllardır çok kötü çalışan bir işletmeydi ve kalitesi düşmüş, ruhu sönmüş, in cin top oynar hale gelmişti. İnci Pastanesi ise her gün her saat tıklım tıklımdı. İşin hak hukuk kısmı ne olursa olsun, böyle canlı canlı boşaltılması yazık günah gibi geliyor. Ama bir yandan da nasıl olacak ki başka türlü... İnci, bir sürümüz için bir sinema öncesi ya da koşturmaca arası, ayakta atılan bir profiterol shot'tan ötesi, çocukluğumuzda elimizden tutan bir tatlı aile büyüğünün getirdiği Beyoğlu gezmeleri de. Benim için Müjgan'ın parfümü mesela. Ölüm döşeğinde eksik olmayan kırmızı ruju. Evdekilerden saklı yapılan pisboğazlık. Bir profiterol üstüne belki bir tane daha şeklindeki sırrımız. İkisinin de ruhuna Fatiha, diyelim... Haftaya kaldığımız yerden devam edelim.