Türkiye'nin en iyi haber sitesi
NUR ÇİNTAY

Yemeğimizde çanta istemiyoruz

Sırt çantası, omuz bavulu, atkı püskülleriyle yan masaya geçerken soframızı tarumar edenlere hayır! Miro ve mıhlama şeklindeki sergi yemek eşleştirmelerine evet!

25 KASIM PAZARTESİ
BENZEMEZ KİMSE SANA: SİMİT
Hayatımız boyunca en çok yiyip de en bıkmadığımız, o herhalde: Simit. Fırın değil, pastane değil... Sokak simidi. Şimdi 1 TL yerine 1.40 oldu. Her zam sinirdir ama burada 1 TL'nin simide yakışır bir yuvarlaklığı da vardı, o yüzden ekstra bir sevimsizlik hasıl oldu. Bir de simit en demokratik lezzet. Herkese eşit mesafede duran, fakir fukarayla en varlıklıyı aynı kümede buluşturan bir şey. Onun zammı iyice batar. Fakat 15. yüzyılda imaretlerde saygın misafirlere sunulan yiyecekler arasındaymış. Osmanlı Mutfak Sözlüğü'nden öyle öğreniyoruz (Priscilla Mary Işın, Kitap Yayınevi). Osmanlı döneminde yağlı, yağsız, susamlı, baharlı, Anadolu sarması, sütlü, makarna, Ramazan, şerbet ve kazan simitleri varmış. İstanbul'da seyyar satıcılar tarafından satılan yağsız, susamsız simitler 30 cm çapında ve inceymiş. Beylerbeyi'nin susamlı simitleri meşhurmuş. Susamsız simit yemeğin yanında yenirmiş. 16. yüzyılın ortasında Anadolu'da yolculuk eden Hans Dernschwam Ankara'da satılan beyaz haşhaş tohumlu simitleri anlatıyormuş. Aynı yüzyılda sarayda özel simit fırını ve saray simitçileri varmış. 17. yüzyılda ise Galata'da baharlı simit satılırmış. 21. yüzyıla vardığımızda tahıllı, ay çekirdekli, haşhaşlı, kepekli, zeytinli çeşitlerini görüyoruz. Ama hiçbiri susamlı çıtır sokak simidinin yerini tutmaz. Hele bazı namlı tezgahların öğleden sonra simidinin tam saatini bilen, yaşadı!

26 KASIM SALI
IŞIK, AŞK, TERK VE TADIM MENÜSÜ
Dünyanın ilk portre fotoğrafçılarından Nadar "Fotoğrafın tekniğini bir günde kavrayabilirsiniz; ancak bir fotoğrafçının ömrü ışığı hiç anlamadan sona erebilir" demiş. Soğuk ördek üçlemesi aşamasında henüz bunu okumamışız. Ama Yıldız Moran'ın ışığı nasıl da çözmüş olduğunu, ışığı kullanma biçiminin ne kadar etkileyici olduğunu konuşuyoruz. Babası Vahit Moran, ilk Büyük Türkçeİngilizce sözlüğün yazarıymış. Annesi tam bir Cumhuriyet kadını, teyzesi Müfide Ferit (Tek) Türk edebiyatının mühim isimlerinden, aile cümleten kadının toplumdaki yerini önemsiyor. Taze porçini ve isli Çerkez peynirli ravioli aşamasında henüz bunu okumamışız. Ama Türkiye'nin ilk 'mektepli' kadın fotoğrafçısı olan Yıldız Moran'ın, Londra'daki onca eğitim ve yoğun ama kısacık kariyerden sonra niye ev kadını olmayı seçtiği üstüne ahkam kesiyoruz. Büyük aşkı ve kocası ünlü şair Özdemir Asaf'la ilk karşılaşmalarını sadece tarihiyle değil, saatiyle söylermiş: "4 Kasım 1954 saat 11.00'de tanıştım." Baklava yufkasında lüfer ve narlı kereviz salatası aşamasında henüz bunu okumamışız. Ama ne Yıldız Moran'ın 'maymun iştahlılığı' kalıyor, ne Özdemir Asaf'ın kıskançlığı; resmen dedikodu üretiyoruz! "Fotoğraf 24 saat düşünülen, yaşanılan, ikinci plana atılamayacak bir konudur" demiş. Çikolatalı zencefilli panna cotta aşamasında henüz bunu okumamışız. Ama keşke devam etseymiş, ne kadarının eğitimden ne kadarının doğuştan geldiğini asla bilemeyeceğimiz o fotoğrafla his geçirebilme özelliğini daha fazla değerlendirseymiş diye teessüf ediyoruz. Pera Müzesi'ndeki Yıldız Moran; Zamansız Fotoğraflar sergisinden çıkınca, bitişikteki Culinary Institute'un tadım menüsünden sipariş verdik. (Sergi 19 Ocak'a kadar sürüyor, tadım menüsü her ay değişiyor.) Sonra eve gelip küratör Coşar Kulaksız'ın yazdıklarına göz gezdirince, Yıldız Moran'a dair merakım arttı. Bir şeyi yarım yapacağına hiç yapmayan insanları çok severim. Aniden kesen. Bırakıveren. Ama yine de neden diye merakım baki...

27 KASIM ÇARŞAMBA
MIRO'DAN SONRA MIHLAMA
Miro açlıktan beslenirmiş: "Bu fikirler aklıma nereden mi geldi? Geceleri Paris Rue Blomet'teki atölyeme gelip yatağa girerdim. Bazen hiçbir şey yememiş olurdum. Bazı şeyler görür ve onları not defterime karalardım. Tavanda garip biçimler görürdüm..." Ne kadar aç kalsak da, aç açına yatsak da bir Miro olamayacağımıza göre zorlamayalım! En sevdiğim eşleşme türü: Konser & Yemek, Sinema & Yemek, Sergi & Yemek. Başında/sonunda iyi bir damaksal aktivite olmayan sanatsal faaliyet, hep biraz eksik... Malum Tophane-i Amire'de ünlü İspanyol sanatçı Joan Miro'nun sergisi var. Ve buradan çıkıp caddenin karşısına geçtiğinizde, şöhretli kuru fasulyecilerden biri çıkıyor karşınıza: Fasuli. Kuru fasulyesi helmeli, pilavı tane tane, kavurması lezzetli. Bu üçlüyle memnun çıkar müşteri kapıdan. Amma ve lakin buranın esas olayı, mıhlama. Batılı fondüyü yaya bırakacak bu Karadenizli'yi hakikaten bir başka boyutta yapıyorlarmış meğer. Tereyağı kokusunu ala ala, kenardan ekmeği bana bana, bittiğinde dibini kazıya kazıya, modern zaman yemek alışkanlıklarını hiçe sayıyor insan çaresiz... Biteviye tonuyla, Miro'nun biomorfik yaratıklarına, pop renklerine, çocuksu resimlerine şeklen uyan bir tat değil belki mıhlama. Ya da çok uygun zira dengeliyor! Her halükarda, Tophane-i Amire ile Fasuli çiftini hararetle tavsiye ederim.

28 KASIM PERŞEMBE
EN NEFİS ANNE-KIZ: HÜSNE İLE ARİFE
Ha bire et taşınıyor, döner takılıyor, fazla yemekten gut olunuyor, perhizin ilk günü etten sayılmadığı için tavuk pişiriliyor, kesmeyince uykulukçuya gidiliyor! İçli köfteden kâhkeye... Lahmacundan konuşma esnasında kırt kırt kemirilen galeta ve taze soğanlara... Baklavadan 'İtalyan limon şerbeti'ne, yok yok. Aramızda Kalsın, başrolüne mutfağı koymasıyla, yerli dizi tarihinin Gurman sınırlarına en doğrudan giren yapımı herhalde. Böyle şenlikli sofralar kurulmasa ve ağızlar mütemadiyen oynamasa, buraya koymazdık belki ama bir de oyunculuk lezzeti var ki, of! Binnur Kaya, Hüsne rolünde öyle böyle değil. Vavien'in ötesine geçilebileceğine ihtimal vermezdim, evde kendimi püskürürken yakalıyorum. Ama bu sezonun esas keşfi Arife rolündeki Gamze Karaduman. Dore çizgili abiye eşofmanıyla fenomen oldu. Karadayı'daki Feride'yle Mahir'in kavuşması kadar ilgimi çekiyor Aramızda Kalsın'daki Arife'yle Mahir'in akıbeti, düşünün artık!

29 KASIM CUMA
SIRT ÇANTANIN SINIRINI BİLECEKSİN!
Birkaç hafta önce "Kalçanızı tabağımdan çeker misiniz?" demiştik, belli ki sesimiz duyulmuyor! Kalçalar hâlâ tabağımızda! Sadece onlar değil, sırt çantaları, büyük omuz çantaları... Kaban, parka, hırka etekleri... Atkılar ve püskülleri... Hepsi soframızda. Kendi masasına geçerken uğradığı tabağımızda, bardağımızda... İnsanlar ne hikmetse nerede bittiklerini bilemiyor! Hele omuzlarında/sırtlarında büyük çanta taşıyorlarsa, bunun sınırlarını ölçemiyor. Hadi vapurda/motorda, metro/metrobüste ses etmiyoruz. Ama lokantada suyumuzun yan masaya yanaşan bir kalça ya da çanta marifetiyle dökülmemesini istemek çok mu? Sinirim taze, tam da bu öğlenden: Allah Allah, ne olmuştu öyle? Sağ tarafı şereflendiren genç adam hiiiç anlamamıştı. Basitti halbuki: Sırt çantası masamdaki şişe suyu önümdeki Ezogelin çorbanın üstüne devirmiş, pantolonum bol su ve az çorba içinde kalmıştı. Kazadır, olur. Ama bu öyle bir şey değil. Bugün bana, yarın başkasına. O çanta, başka çorbalara da musallat olacak!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA