Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Sinema öldü, yaşasın dijital ortam

Sinema için 'gişe hasılatı arttı' lafı belki mutlak olarak doğru ama nispi olarak tam bir hamhayal. Bana göre sinema ölüyor. Rakamlar bal gibi o sonucun bir göstergesi

TÜRKİYE'DE 1959 yılında 25 milyon bilet satılmış. Bu bilet sayısı o zamanki nüfusun neredeyse tamamına yakın. Yani bir kişiye yılda bir bilet düşüyormuş. 1978'de satılan bilet sayısı 58 milyon. Giovanni Scognomillo ve Nijat Özön ise 1970'te 246 milyon biletin satıldığını belirtiyor. Aşağı yukarı adam başına beş film. Peki bugün durum nedir? Bu bilgileri yazısından (Radikal, 25.11.2010) aktardığım Şenay Aydemir, şimdi 38 milyon izleyicinin başarı olarak görüldüğünü belirtiyor ve akıllı uslu bazı tespitlerde bulunuyor. Diyor ki, iki film salonların yüzde 60'ını kapatmaktadır. Beş film toplam seyircinin yarısını getirmektedir. Buna karşılık ABD'de 300 milyon nüfus 1.4 milyardan fazla bilet alıyor. Adam başına yılda dört biletten fazla. 50 milyonluk İngiltere'de 164 milyon, 45 milyonluk İspanya'da 108 milyon bilet satılmış. Yani sonuç ortada, 'gişe hasılatı arttı' lafı belki mutlak olarak doğru ama nispi olarak tam bir hamhayal. Buna bakıp "İnsanlar Türkiye'de sinemaya gitmiyor,'' mu diyeceğiz? Bir açıdan öyle. Ama ben işi biraz daha ileri taşımak istiyorum. Çünkü bu haberin yayımlandığı sırada kafam son zamanlarda geliştirdiğim başka bir 'teoriyle' meşguldü ve yeni bir düşünceye ulaştığım her defasında yaptığım gibi görüşlerimi bir sır şeklinde öğrencilerime açıp, onlarla paylaşmıştım. Bana göre sinema ölüyor. Bu rakamlar bal gibi o sonucun bir göstergesi. ABD'de veya İngiltere'de hemen ciddi sosyolojik sebepler öne sürerek açıklamalarına girişeceğim nedenlerden ötürü daha fazla insanın sinemaya gitmesi bu gerçeği değiştirmez. Sinema dünyanın her yerinde ölüyor. Nedeni nedir bunun, derseniz gerekçem açık: Postvizüel dönemden geçiyoruz. Daha açık belirtmem gerekirse, görsel dönem dediğimiz çağın sonuna geldik. Her ne kadar bugün internetin kullanımı, bilgisayar, cep telefonu, tablet, iPad'ler görselliği daha fazla kullanıma sokmuş gibi görünse de bu bir illüzyondan ibaret. Doğrudur o mecralarda görselliğin ana ifade aracı olduğu, ama oradaki görsellikle bizim görsel çağ dediğimiz dönemin görselliği birbirinden olabildiği kadar farklıdır. Görsellik döneminin görselliği daha ziyade bir anlatımdır, öykülemedir (narrative). Bu özünde edebiyattır. Hiç değilse edebiyattan türemiş bir gerçekliktir. Tıpkı romanların, öykülerin, oyunların yaptığını yapar. Bir ucundan başlayıp belli bir öyküyü bize aktarır. O aktarım sırasında modern anlatımın tekniklerini kullanabilir, geriye dönüşler gerçekleştirebilir. Conrad'ın romana getirdiği bir yöntemle önce sonucu verip, sonra onun nedenlerini, gelişimini didikleyebilir. Sürrealist bazı ifadeleri zorlayabilir ama ne olursa olsun bu belli başlı bir süreyle sınırlıdır, karakterler mevcuttur, onların gelişimi olayları tayin eder (veya tersi), zaman ve mekân çizgiseldir (lineer). Dediğim gibi bu edebiyattır. Görsellik dediğimiz, o anlatımın görüntülendirilmesinden başka bir şey değildir. Bunu sağlamak için kullanılan psikanalitik veya başka teknikler, izleyiciyle 'metin' arasındaki ilişkiler, işin başka boyutlarıdır fakat güçleri belirttiğim gerçeği kımıldatmaya yetmez.

DİJİTAL ÇAĞIN GÖRSELLİĞİ FARKLI
Artık bu dönemin sonuna geldik. Bugün görsellik çağında değiliz. Dijital çağdayız. Dijital dönemin görselliği yukarıdaki görsellikten fersah fersah farklıdır. Twitter, youtube, klipler, bloglar döneminde görsellik çağının çizgisel, sistem(at)ik görüntüsünden söz edilmez, daha fazla. Bu oluşum 1970'lerde Nam June Paik'in ortaya koyduğu video yapıtlarıyla başladı. Her şeye rağmen o da kontrollü bir görüntü üretme tekniğiydi. Zamanla aşıldı. Şimdi cep telefonlarıyla dahi kaydedilen yeni görüntülere ulaşıldı. Bütün mesele onların paylaşılmasıdır. Onların belli bir yüzeyi kaplamasıdır. Bugün görüntünün sürekliliğinden ve kendi kendisini üretmesinden daha fazla söz açamayız ve bu dönem görselliğinin en önemli realitesi bugün şu dile getirdiğim şeydir. Elimizdeki dijital görüntü kesiklidir (discreete), ne başı vardır ne sonu. Üretilmemiştir. Çoğu zaman 'kaydedilmiştir'. Anlıktır. Gerçekle iç içedir. Bu araçları kullanmak suretiyle sağlanan sistemli/üretilmiş görüntülerde dahi bu boyut egemendir. Kaldı ki, mekanik ortamın getirdiği görüntü üretme teknikleri, onların kullanımı, işin daha ileri bir yanını meydana getiriyor. Gene de hepsinden önemlisi şu: Görsellik çağı, sadece sinemaya dayanmıyordu. Resim en az onun kadar önemliydi. Ve resim durağan bir şeydir, durağan bir yüzeydir. Kendisini olduğu gibi tutar, zaman içinde. Değişmez. Sinemanın 'hareketliliği' (Amerikalıların 'movie'/hareketli dediği şey) bu gerçeği ortadan kaldırmaz. Bir filmde karelerin değişmesi, 'büyük resmin' devamlılığını etkilemez. Kareler, tersine, o devamlılığı sağlamak için değişir. Daha fazla sürdürülemeyecek olan budur. Girin internete. Şu anda milyonlarca, milyonlarca insan birbiriyle görüntü değiştiriyor. Skype'tan kamera eşliğinde konuşmak bile başlı başına bir olaydır bu çerçevede. Siz kendinizi ve/ya karşınızdakini görselleştiriyorsunuz, bir görüntüye dönüştürüyorsunuz. Siz ve/ya karşınızdaki tıpkı bir film oyuncusu niteliği kazanıyor. Sinema artık sizsiniz. Daha önce çok farklı maksatlarla edilen 'resim öldü' iddiası gelip, buraya dayandı. Sadece resim değil, sinema da eski bir dönemin teknolojik/ideolojik üretimi olarak kalacak ve hatırlanacak. Meraklıları bundan sonra da olacak, ama yetenek birikimi artık oraya kaymayacak. Çünkü resim ve sinema, dijital görüntüyle aşıldı. Bu, teknolojinin doğurduğu, ürettiği bir sonuç. Sinema çıktığında da aynı durum resim için geçerliydi. Sanat hiçbir dönemde teknolojiye yabancı kalmadı, teknoloji her dönemde sanatın yapısını, mekaniğini, hatta özünü değiştirdi, ona yeni ifade olanakları ekledi. Bu defa aynı şey sinema için geçerli. Olabilir, ABD'de ve şu ülkede daha fazla insan sinemaya gidebilir. Ama her şeyin 'dicitalize' olduğu bir dönemde, bize henüz erişmese de internet ortamının şakır şakır film indirmeye, film kiralamaya izin verdiği bir dönemde, insanların paylaşım sitelerinde her şeyi cayır cayır değiş tokuş ettiği bir düzende, kim kalkar da sinemaya gider. Daha da ötesi, kim bundan böyle anlık görüntülerin dünyayı tuttuğu, dikkat sürelerinin şunca azaldığı bir çağda kim sinemaya gider, kim film izler? Bir 'sinefil' olarak, bana çok acı geliyor ama, gerçek bu!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA