Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Yazı/n okumak

Yazın okunacak kitaplar belirlemeye geldi sıra. Bir yazar seçilerek bütün kitapları okunabileceği gibi yaza uygun tematik kitaplar seçilebilir. Leonard Barkan'ın Michelangelo'su, Simon Montefiore'un Jerusalem'i ve Lawrence Durrel'in Akdeniz Yazıları iyi tercihler olabilir

Yaz sıcakları bastırırken insan neyle meşgul olmak ister?
Benim için bu sorunun yanıtı bellidir: Ayırıp, biriktirdiğim bazı kitapları okumak, yazmakta olduğum kitaplara yoğunlaşmak.
Dünyanın her köşesinde yaz okumaları diye bir kavram vardır. İngiliz The Guardian gazetesi birkaç yıldır böyle bir soruşturma yapıyor. İnsanlara en heyecan verici yaz okumasının ne olduğunu soruyor. En önemli yazarlar, düşünürler cevap veriyor.
Yıllardır büyük bir zevkle okuyorum o yanıtları ve kendi büyük okuma maceralarımı hatırlıyorum.
Benim bir okuyucu olarak özelliklerim arasında sayacağım huyum şudur: Bir vesileyle bir yazarı okumaya karar vermişsem, bütün kitaplarını okurum. Bu 'uygulamamın' bir sistemli, bir de sistemsiz hali vardır. Her yıl 31 Aralık gecesi kendime ertesi yıl bütün kitaplarını boydan boya okuyacağım bir yerli, bir yabancı yazar seçerim. Yıl içinde de bazen bir yazar aklıma takılır. Sağından solundan kurcalarım.
Sararsa onun da bütün yapıtlarını okumaya başlarım.
Böyle bir yazar, geçen yıl, Attila İlhan oldu. Bir çırpıda bütün romanlarını baştan başa okudum.
SABAH'ta bir de yazı yazdım.
Bu senenin yabancı yazarı Joseph Conrad'dı. Epey bir kitabını okudum.
İtiraf edeyim ki, onu seçerken Kindle'dan yani elektronik olarak okuyabileceğim bir yazar olmasını istedim. Conrad'ın bütün yapıtları orada yüklü.
Bitmez tükenmez yolculuklara çıkarken yanıma alıyorum.
Eyvah, kitap yolda biterse ne yaparım endişesi olmadan okuyabildiğim kadar okuyorum.
Bu yılın yerli yazarı Halide Edip. Onun da birçok yapıtını okudum. Bazılarını seviyorum.
Bazılarına şaşıyorum, neden öyle bir roman yazmış diye.
Ama neresinden bakılırsa bakılsın oldukça sorunsal bir yazar. Toplumsal gelişimin her safhası bir romanının konusu.
Bu, benim için önemli. O arada hayatıma Ahmet Rasim sızdı.
Bir vesileyle onun kitaplarına yöneldim.
Ben ortaokulda iken, Ahmet Rasim'in Falaka ve Gecelerim isimli kitabı zorunlu bir metindi. Hepimiz onu okurduk. Çok hoşuma giderdi. Sonra onu ilginç bir besteci olarak tanıdım. Bazı parçalarını çok sevdim. (Anlaşılan kendisi en çok Bestenigar'severmiş. Tanpınar ilk karşılaşmalarında, bulanık bakışları ve kanlı gözleriyle 'Bestenigarımı sever misiniz' diye sorduğunu anlatıyor.) Çok güzel parçaların bestekarı Osman Nihat Akın'ın dedesi. Bizim evde bu mevzular sıkça konuşulur, Ahmet Rasim'in adı sıkça anılırdı.
Bazı kitaplarını Milli Eğitim Bakanlığı, bazılarını Kültür Bakanlığı yayımlamıştı. Birçok yazısını neredeyse ezbere bildiğim halde kitaplarına çoktandır el sürmemiştim.
Bazılarını kitaplığımda arayıp buldum, bazılarını kütüphanelerden temin ettim ki, durum içler acısı.
Nasıl olmaz, Ahmet Rasim 'Türkçeleştirilmiş'. İnanılır gibi değil ama öyle. Türkçenin en anıtsal, en heyecan verici, en ışıltılı yazarlarından biri elimdeki metinlerde olanak, evrim, yararlı gibi sözcüklerle konuşuyordu. Eski baskıları arayıp buldum, aman efendim, o ne Türkçedir öyle...
Kabul ediyorum; bir hayli çetrefilleştiği, bir kelimesini bile bugünkü insanların anlayamayacağı yerler var. Ve öyle bakınca Ahmet Rasim'in bugünkü insanlar tarafından anlaşılmasının hakikaten imkansız olduğunu da itiraf ederim. Ama bu Türkçeleştirme hastalığına da tahammülüm yok.
Ana metin yayımlanır, altında da eski sözcüklerin açıklamaları verilir. Ya da o bile yapılmaz. Madem Ahmet Rasim okunacaktır, o merağı gösteren varıp onun dilini de öğrensin.
Tepeden tırnağa bugünkü dile aktarılmış bir metinden onu okumak aklın alacağı bir şey değil.
Ahmet Rasim'i tarifsiz lezzetler içinde okudum. Bir şehir günlükçüsü.
Zaten ana kitabının adı Şehir Mektupları. Diğer kitapları Gülüp Ağladıklarım; Muharrir, Şair, Edip, Eşkal-i Zaman muhteşem kitaplar.
Dili, anlatımı bir yana, o zaten müemmen ve malum; asıl İstanbul ve gündelik kültür hakkında yazdıkları beni bir kere daha çarptı. Günlerce etrafımdakilere anlattım.
Ne kadar zengin, nasıl bilmediğimiz bir kültürmüş o!
Eski kültürün ihtişamını daha baştan kabul eden ben bile yeniden okurken Ahmet Rasim Bey'in hangi konudan, eşyadan, tavırdan, meseleden bahsederse bahsetsin sergilediği ayrıntı zenginliği karşısında hayretten hayrete düştüm. Sigara ağızlıklarını anlatıyor, ne ayrıntılar; güllerden bahsediyor, ne genişlik, sular diyor, ne tüketilmez bir derya, içki içme usulleri, yemekler... O gündelik davranış kalıpları, o adetler. Biz eski zaman insanlarını düz ayak, yalın kat insanlar sanmaya devam edelim. Onlar ömürlerini müthiş bir zenginlik içinde ikmal edip gitmişler.
Hakikaten şaşmamak, çarpılmamak mümkün değil.
Bugün öyle bir hayat yok!
Bu okumalarla yılı yarıladım ve şimdi yaz geldi.
Bunlara mı devam edeceksin diye sorarsanız, bir yandan evet ama, kendime yaz okuması olarak üç kitap seçtim: Leonard Barkan'ın Michelangelo: A Life on Paper; Michael Fried'ın: The Moment of Caravaggio ve Simon Sebag Montefiore'nın Jerusalem isimli yapıtları.
Gene de benden bir okuma önerisi istiyorsanız, güzel Akdeniz ve Ege koylarında, ışıklar ve yıldızlar içinde, hiçbir romanın yerini tutmadığı İskenderiye Dörtlüsü yazarı Lawrence Durrell'in üst başlığı Mekan Ruhu olan Akdeniz Yazıları'nı okuyun derim. Herkese iyi yazlar...

ını

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA