Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Şiirden mizaha Taksim

"İnternetin, Twitter'ın dili hakim hayatımıza. Bir genç yakınımın ifadesiyle 'Türkiye'nin yaratıcı potansiyeli Taksim'deydi'. Ama mesele sadece dil değil. Dilin içinde kurulan dünyalar. Dil ve espri dinamittir. Her mizahın bir izahı vardır..."

Benim bir tarihsel olayı bir başka tarihsel olayla tanımlamak huyum pek yoktur. Taksim'de yaşananları da 'Bizim 68'imiz' diye nitelendirmem. Hem bizim kendimize göre ve yanlış bir '68'imiz' vardır hem de o köprünün altından çok sular akmıştır. Bugün başka bir zamanda yaşıyoruz. Taksim, Occupy Wall Street ile bazı benzerlikler gösterebilir. Ama onlar dahi birbirinden farklıdır. Gene de böyle büyük ve derin vadiler açmış olayları farklı tarihleri anlamak bakımından birlikte düşünmek önemlidir. Zevklidir de...

***

Ben 1968 olaylarına ucundan bucağından ulaştım. Ama onların 1970'lere vuran dalgalarını sonuna kadar yaşadım. Hem de ne yaşamak! Romantizmi kalmamış, değdiği her şeyi doğrayan bir keskin bıçağa dönmüş, bir baltanın umarsız ağırlığıyla inip kalkan 1970'li yıllar. Oysa 1968'de büyük bir romantizm vardı. Sertti. Çünkü açık bir sol hareketti. Dünyayı tepeden tırnağa değiştirmek istiyordu. O sol ideolojiyle sistemi iliklerine kadar sarsıyordu. Sadece polis değil, iş adamları, sermaye, düzenin bütün unsurları 68'in hedefindeydi. Fakat ne kadar güzeldi, bütün bu öfkeyi ifade eden sloganlar. Bugün neredeyse birer 'maksim'e (atasözü) dönüşmüş durumda her biri. 'Şiir sokaktadır' sözünü beğenmeyen çıkacaksa, yanıma uğramasın. Bazılarına göre 'kaldırım taşlarının altında plaj var', bazılarına göre 'plajın altında kaldırım taşları var' (ben bu ikincisini tercih ediyorum) sloganının yarattığı hayal dünyasını kim inkar edebilir? Zaten işin belkemiğini meydana getiren de o: 1968, Paris'te büyük Fransız romantizminden de güç ve kök alıyordu. 1871 Komünü'ne katılmış 'ebedi genç' Rimbaud'nun şiiri kimsenin elinden düşmüyordu. 68'in sokağı da haykırıyordu: ... gerçeküstücülük.
***

Taksim olayları da geldi bu noktaya dayandı. Guy Fawkes maskelerinin suratlara takılması bir başlangıçtı. Ardından müthiş bir mizah geldi. Buna mizah demek mümkün mü, emin değilim. Büyük bir 'espri' ve onunla iç içe geçmiş bir ironi yayıldı hayatımıza. O gün bu gündür kimsenin herhangi bir gündelik olaya çıplak bir mantıkla ve 'düz' bir dille yaklaştığını görmedim. Bir kabuk çatladı ve zekanın kıvılcımları etrafa saçıldı. Şimdi her şeyle, galiba en doğru tabir bu, 'dalga geçmek' dönemi. Ama ilginç değil mi, şiir yoktu da Taksim'de tepeden tırnağa espri, dalga geçmek vardı. Oysa 70'ler Türkiye'de şiir demekti. Benim dikkatimi çeken başka bir şey daha var. Neye bakarsam bakayım, dille ilgili bir çekiştirme, esnetme, çarpıtma görüyorum. Dilin yapısını sökmek, bozmak da denebilir buna. Kızılay'ın adı 'gazılay' oluyor örneğin.
***

Son derecede ilginç, bizde pek az görülen bir durumdur bu. Türkçe, Yahya Kemal'in büyük tespitidir, 'doğrudan' bir lisandır. Fiillerin cümlenin sonunda olması onu neredeyse bir 'emir' diline döndürür. Eh, emir de doğrudan bir şeydir. Edebiyatımızda da bir sürrealist birikim pek öyle görülmemiştir. İkinci Yeni şiir o yönde bazı adımlar atmıştır ama daha ziyade dilin zihnimizde yarattığı imajların konumlarını değiştirmekle ilgilidir o sürrealist çaba. Kısacası düz bir dille yaşayıp gitmişizdir. Sadece bir tek dönemde bu yapıya müdahale edildi. 1980 sonrası dönemde. Hayat çok sıkıştırılmıştı, insanlar çok sıkılmıştı. Ölüm, kıyım kapıdaydı. Kimse kımıldayamıyordu. O sıkışmışlık duygusu içinde üretilen edebiyatın dili ansızın değişti. Geçenlerde canına kıyan Metin Kaçan'ın, Latife Tekin'in dili, küçük iskender'in, Akgün Akova'nın, Sunay Akın'ın şiiri başka bir dille yazılmış gibiydi. Hayat, yaşananlardan intikam alıyordu. Dili eğip bükmek, dile takla attırmak hep benzeri durumlarda çıkmıştır ortaya. Fransız felsefeci Foucault, bunu da vurguluyordu ve dilin, sınırları yıkan, kalıplaşmış hayatı aşan bir özellik taşıması gerektiğini söylüyordu. Feminist teori 'kadın dili' denen bu olguyu çok irdeledi. Kadının mevcut toplumsal statüsünü zorlayan ve dönüştüren bir hamlenin dilden başlayacağını öne sürdü durdu. Kurulu, gramere dayalı dil daima merkezindir, sistemindir. Ancak çevrenin, kıyının kenarın dili zorladığında o gramer ve yapı değişir. Y kuşağından bahsediyoruz. İnternetin, Twitter'ın dili hakim hayatımıza. Bir genç yakınımın ifadesiyle 'Türkiye'nin yaratıcı potansiyeli Taksim'deydi'. Ama mesele sadece dil değil. Dilin içinde kurulan dünyalar. Dilin, zekanın lavına dönüşmesi. Mizahın patlaması. Dil ve espri dinamittir. Her mizahın bir izahı vardır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA