Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HASAN BÜLENT KAHRAMAN

Şöhreti 15 dakikalık değil

Dokunduğu her şeyi sanata dönüştüren, eserleri yüz binlerce dolara satılan 'pop sanat'ın babası Andy Warhol'un eserleri İstanbul'da Pera Müzesi'nde görülebilir

Öteden beridir yazmak istediğim bir kitap var. 10 yapıtta 20. yüzyıl sanat tarihini anlatmak istiyorum.
Bu konuyu Akbank Sanat'ta verdiğim derslerde işledim. Üniversitelerde de uzun yıllar 20. yüzyıl sanat tarihi anlattığım için hazırlığım tam. Tek oturup yazması kaldı. Onu da Rockfeller Vakfı'nın Bellagio'daki kampına gidersem yazarım diye bir kenara bıraktım. Ama Pera Müzesi'ndeki Andy Warhol sergisini görünce bu işin önemini, hatta aciliyetini bir kere daha anladım.
O kitapta 1960'ları, Andy Warhol'un 'Brillo Kutuları' isimli yapıtıyla ele alacağım. O kadar önemli bir sanatçıdır Warhol. Yüzyılın başında Picasso 'Avignon'lu Kızlar' tablosuyla, 1910'larda Duchamp 'Pisuar'la ne yaptıysa, o da 1960'larda o yapıtıyla aynı şeyi yaptı. Warhol'un, Duchamp kökeninden geldiği belliydi.
Duchamp, sokakta, bir hırdavatçıda satılan pisuarı almış, ters çevirip bir kaideye yerleştirmiş, adını 'Çeşme' koyup sergilemişti. 1917 yılındaki bu ve benzeri işlerini 'hazır nesne' (ready-made) diye tanımlamıştı.
Şimdi her an bir başka örneğiyle karşılaştığımız hazır nesne kavramı ve o iş o tarihte o kadar kıyamet koparmış ki, Duchamp bu yapıtını 'Bağımsızlar' sergisini birlikte düzenlediği arkadaşlarına vermiş. Ama onlar yapıtın radikalliği karşısında tahammül gösteremeyip işi reddetmekle kalmamış, bir de söylentiye göre kırmışlar. (Öykünün diğer ayrıntılarını yazarsam o kitabı okuyanlar öğrenecek.)

DETERJAN KUTUSUYLA SANAT
Warhol, bu anlayışı bir adım öteye götürdü. Bakkalda satılan deterjan kutularını ipek baskıyla yeniden üretti.
1964 yılında bunları New York'ta Staple galeride sergiledi.
Aslında ondan önce Jasper Johns bu işe ilham veren çalışmalar başlatmıştı. Amerikan bayrağının 'resmini', gene gündelik hayattaki diğer tüketim nesnelerinin heykellerini yapıyordu. Warhol, kutuları çeşitli malzemeden bire bir yapıp, ürettiği baskıya sarıp, üst üste yığmıştı. Görenler gerçek sanıyordu. 'Devrimci' bir işti. Çünkü bir yandan Duchamp gibi satın alıp galeriye yerleştirdiği bir nesne değildi bunlar.
Onları 'üretmişti'. Tutumu ve yöntemi, ilk günden beri, sanat yapıtının en büyük gerçeğine dayanıyordu. Sanat doğaya bakar ve onu taklit eder, geleneksel anlayışta. Warhol da aynı yoldan gidiyordu.
Ama doğaya değil, tüketilen, sıradan, hiçbir 'yüceliği' olmayan bir nesneye bakarak yapıyordu o resmi. Böylece hem Duchamp'ın çizgisine yaklaşıyordu hem de geleneksel resim anlayışını sürdürüyordu.
İşin bu kısmıyla kimse ilgilenmedi.
Herkes bir deterjan kutusunun nasıl olup da sanata dönüştüğünü sordu, sorguladı.
Warhol işi o kadarıyla sınırlı tutmuyordu. O arada Amerikan toplum ve bilincindeki 'ikon'ların resimlerini, baskılarını yapmaya girişti.
Elektrikli sandalye, Coca Cola şişesi, Campbell marka hazır çorba kutuları çoğaltılıyor ve sergileniyordu.
Yetinmedi ve bu defa Amerikan kültürünün 'kült' isimlerinin ipek baskılarını yapmaya girişti: Marilyn Monroe'dan Liz Taylor'a kadar herkes bu seride yerini alınca Warhol bu defa modern dünyanın önemli isimlerine el attı: Freud, Beethoven ve daha niceleri. İşin şaşırtıcı yanı Warhol, mesela Mao'yu da resmediyordu ve o anlı şanlı Mao bu defa bir 'pop' figüre dönüşüyordu. Gücü o mertebeye erişmişti Warhol'un.
Nitekim onun, Jasper Johns'un, Claes Oldenburg'un, Roy Lichtenstein'ın, Robert Rauschenberg'ün, Tom Wesselmann'ın, James Rosenquist'in, Robert Indiana'nın işleri yan yana geldi ve yepyeni bir akım doğdu: Pop sanat!
İngiltere'de de ortaya çıkan ve 'brit pop' adını alan bu akımın manası, maksadı, muhakemesi belliydi: Gündelik hayatın nesnelerini, kapitalizmin hayatımıza soktuğu tüketim unsurlarını sanata dönüştürmek.
Lichtenstein, bu maksatla çizgi romanları kendisine konu edindi. Rauschenberg büyük kolajlar yaptı. Wesselmann, kadınları, bedenleri ele aldı, Indiana sözcükleri heykele dönüştürdü. Hepsinin özü aynıydı: İzleyiciyi yormayan, hayli 'şekerli', sıcak, sevimli gelen/görünen işler. Bu biraz da bir önceki Amerikan resminin haddinden fazla zor ve benim 'son modernizm' dediğim döneminde gerçekleştirilen, yani ancak büyük bir özveri ve öznellikle, rasyonaliteyle sezgileri bir arada kullanarak anlaşılan, neredeyse Tanrısal yapıtlarına bir tepkiydi. Hayat hızlanmıştı, tüketim hayatın her alanını kaplamıştı. Sanat da bir manada hızla bakılan, görülen, anlaşılan bir 'şeye' dönüşmeliydi.
Kimileri buna kızdı. Arthur Danto gibi isimler pop sanatı, 'sanatın ölümü' diye nitelendirdi. Doğrusu sanatın bu yoldan kapitalizmle biraz daha iç içe geçtiğini söyleyenlere kimsenin itiraz edecek hali yoktu ama felsefi planda farklı anlamları ve boyutları da vardı elbette pop sanatın.
Bu anlayıştan bütün dünyayı saran yeni bir akım doğdu.
Pop sanat, çoğu zaman olduğu gibi, belki teknolojiden, yani dönemin zihinsel yapısından etkilenmişti, ama çağı dönüştüren hamlelerden birine dönüştü. Sanat bir kere daha öncü rolünü oynuyordu.
Bunu söylerken yukarıda andığım brit pop'u unutmamak gerek. Beatles'ı bile bu oluşum çerçevesinde görmenin mümkün olduğu düşünülürse yeniliğin boyutları daha iyi anlaşılabilir.

BİR AMERİKAN İKONU
Warhol bu çizgide önemli bir figürdü. Kendisi de bir pop isme dönüştü. Sonunda bir Amerikan ikonu oldu Warhol.
Factory diye bir atölye kurmuştu. Orada envai çeşit sanat yapıyordu. 1970'lerden, 58 yaşındaki ölümüne kadar (1987) geçen sürede, o mekan New York ve Amerikan radikalizminin merkezlerinden biri oldu. Warhol resimle sınırlı kalmadı. Filmler çekti. Partiler verdi. Kısacası, ne yaptıysa olaylar yarattı.
Warhol, ölene kadar 'sansasyonel' bir 'tip' olarak yaşadı.
Kendisini bir 'pop figüre' dönüştürdü. Bir manada hayatıyla sanatını özdeşleştirdi. Bu yabana atılmayacak bir olgu.
Elini dokunduğu her şeyi sanata ve her manada 'değere' dönüştürecek güce erişmişti.
Pera Müzesi'ndeki sergi ve güzel kataloğu bize görmediğimiz, daha az gördüğümüz, iyi bildiğimiz yapıtlarını bir arada sunuyor. Warhol'un baskıları bile bugün yüz binlerce dolara satılıyor. Desenlerinin yanına yaklaşılmıyor.
Dolayısıyla böyle bir serginin büyük bir kazanç olduğunu belirtmek gerekir.
Warhol, "20. yüzyılda herkes 15 dakikalığına şöhret olacak" demiş ve içinde yaşadığımız dünyanın hızını, tüketiciliğini dile getirmişti. Bu öngörüsü sadece kendisi için geçerli olmadı. Şöhreti yıllardır sürüyor. Daha yıllarca da sürecek.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA