Türkiye'nin en iyi haber sitesi
RASİM OZAN KÜTAHYALI

Necip Fazıl ve Yılmaz Güney

Abdullah Kılıç'ın Habertürk'te yayınladıgı Necip Fazıl'ın mektupları epey ilgi gördü... Iki gün önce yine aynı gazetede Nihal Bengisu Karaca çok güzel bir yazı yazdı bu konu üzerine. Nihal'in dedigi gibi günümüz Türk yazarlarının çogunlugunun böyle "netameli" konularda konusma mesruiyeti yoktur, atıs serbest denirse bir tanesi bile sag kurtulamaz bu islerden... O yüzden bıraksınlar bu saçmalıkları...
Sairlerin, yazarların, sanatçıların, alimlerin, filozofların yazdıkları ve yarattıkları tarihe geçer... Gerisini çok kısıtlı bir kitle hariç kimse hatırlamaz... Öte yandan "magazin" günümüz insanının açık ya da saklı en güçlü tutkularından biri. Insanlar ilgilendikleri güncel "celebrity"lerin hayatını merak ettigi gibi Necip Fazıl gibi büyük sanatçıların hayatını da merak ediyorlar. Bunu da dogal karsılamak lazım... Necip Fazıl, Türkçenin en büyük bir sairlerinden biridir, dahası sancıları, hafakanları ve cinnetleri sonuna kadar sahici olan komple bir sanat adamıdır... Özel hayatına dair çıkacak hiçbir "sasırtıcı" detay bu gerçegi degistirmez...
Bu konuda Ahmet Altan'ın Karanlıkta Sabah Kusları kitabına aldıgı muhtesem bir denemesi vardı...Büyük müzik adamı Mozart'la ilgili sunları anlatıyordu Altan: "Mozart'ın hayatını anlatan Amadeus piyesinde, Mozart cırtlak sesiyle sarayın içinde kızları kovalarken kralla karsılasır, üstünü basını biraz düzelttikten sonra söyle der kendisine saskınlıkla bakan krala: 'Ben bayagı biriyim ama yazdıklarım öyle degildir.' Mozart'ı, Beethoven'i, Wagner'i bir insan olarak sevmeye ugrasırsanız zorlanırsınız; onları ancak müzikleriyle sevmek mümkündür."
Sanatçılar, mütefekkirler, filozoflar kisisel hayatlarında bayagılıklar yapabilirler hatta ahlaksızlık ve serefsizlik de yapabilirler. Bunu da diledigimiz gibi kınayabiliriz ama sonuçta kınayanların çogunu 200 yıl sonra kimse anmaz ama büyük isler yapanları insanlık anacaktır...
Ezra Pound'un Mussolini'nin radyolarında fasizm propagandası yapması, Ilya Ehrenburg'un casusluk yapıp alenen katliamları desteklemesi, Knut Hamsun'un adi bir ırkçı olması, Jean Genet'in pis bir hırsız olması, Dosyoyevski'nin tıpkı Necip Fazıl gibi kumarbaz olması, Daniel Defoe'nin sahtekarlıktan, Honore de Balzac'ın dolandırıcılıktan tutuklanması bu isimlerin ürettikleri sanat eserlerine dair hiçbir seyi degistirmez... Insan olarak zaafları yada igrençlikleri ayrıdır ama ürettikleri eserler hiçbir zaman unutulmayacaktır...
Ahmet Altan'ın dedigi gibi katiller, hırsızlar, düzenbazlar, sahtekârlar, hainler, vefasızlar, dolandırıcılar, jurnalciler, casuslar, korkaklar, yalancılar vardır aralarında.Neredeyse bütün ısıklarını yarattıklarına yansıtmıslardır, hayatlarına yalnızca karanlıkları kalmıstır büyük sanatçıların...

İĞRENÇ İNTİKAM ALMA YÖNTEMİ
Bizde de hayatlarına yalnızca karanlıkları kalan çok isim vardır... O karanlık hayatlardan biri de Yılmaz Güney'inkidir... Bu toprakların yetistirdigi en büyük sinema adamlarının basında gelir... Ama aynı zamanda bir katildir... Yumurtalık Hakimi Sefa Mutlu'yu alnına sıktıgı tek kursunla katletmistir... Dönemin Yumurtalık Savcı Yardımcısı Yalçın Ögütcan'ın ifadelerine göre bu yaptıgını da inkar etmistir, alenen yalan söylemistir ve yegeni Abdullah Pütün'ün suçu üstlenmesini saglamıstır.Bu yalancı beyanları yüzünden alacagı cezanın en üstünü almıstır Yılmaz Güney...
Güney'in isledigi cinayetin dısında 1966 yılında evlendigi esi Nebahat Çehre ile iliskisi de bastan sona skandallarla doludur... Güney'in yakın dostu olan Abdurrahman Keskiner anılarında bu iliskiyi söyle anlatıyor..
"Nebahat Çehre'ye ne zaman ugrasam agzı burnu kan içinde durmadan Yılmaz'dan dayak yiyen bir kadındı. Nebahat dayaklardan kaçıp ya teyzesine, enistesine ya da anneannesine gidiyordu. Oralardan geri getirmek hep bana düsüyordu. Bir bakıyorsun birkaç gün Nebahat'la iyi gidiyor ama çok geçmeden yine dayak faslı baslıyor. Nebahat, Yılmaz ile birlikte oldugu sürece hep dayak yedi."
Abdurrahman Keskiner yapımcısı oldugu Esrefpasalılar (1966) filminin bir sahnesinde Yılmaz Güney'in, Nebahat Çehre'nin kafasına bardak koyup nisan aldıgını ise söyle anlatıyor...
"Yılmaz o gün benden üç silahından birini, içinde gerçek kursun olanı istedi. Nebahat bu sırada aglıyor, titriyor ve 'Yılmaz imkanı yok oynamam. Sahici kursun kullanma, yalvarırım! Ben canımı sokakta bulmadım. Yanlıs bir harekette ölebilirim' diye sevdigi adama aglayarak yalvarıyordu. Yılmaz umursamadı. Bardagı Nebahat'ın kafasına koydu. Sonra 20 metre uzaklastı. Sette ölüm sessizligi vardı. Korkudan herkes nefesini tutmus, duvarın dibinde titreyen Nebahat'a bakıyordu. Zavallı kız kurbanlık koyun gibiydi. Yılmaz tetige bastı, bardak tuzla buz oldu. Nebahat basladı aglamaya... Herkes bir oh çekerken Erol Günaydın ve Tuncel Kurtiz'in elindeki bardaklara da Yılmaz Ates etti... Yılmaz, Nebahat'ı zor sakinlestirdi. Deniz kenarına götürüp bir seyler söyledi..."
Keskiner'in anlattıkları burada da bitmiyor...Güney'in o zamanki karısı Nebahat Çehre'yi arabayla ezdigini de anlatıyor...
"Bir gün yine gece kulübünde kavga ettiler. Nebahat kulübü sinirle terk etti. Yılmaz'ın 'Dur' demesine hiç aldırmadı. Nebahat, Elmadag'da kaldıkları otele dogru kosarken Yılmaz otomobiline bindi. Sinirle direksiyona geçti. Sonra gözümün önünde sevdigi kadını arabayla ezdi. Nebahat havada uçtu, arabaya çarptı sonra da kaldırıma... Dört gün hastanede yattı. Herkesten gizledik bunu. Olaydan sonra iliskileri bitti."
Simdi de Türk sinemasının en önemli yönetmenlerinden merhum Atıf Yılmaz'ın anılarında anlattıgı feci bir Yılmaz Güney anısını dinleyelim...
"Oyuncu Vahi Öz'ün sikayeti üzerine filme para veren patron apar topar bulundugumuz sehre geldi, bir gün kalıp gitti. Çalısmama nedenimiz asırı yagısların olmasıydı. Bu olay üzerine aramızda Bizi ispiyonladıgı için Vahi Öz'ü cezalandırma kararı aldık. Karısı da çok genç, güzel bir kadın. 'Içimizden birisi onunla yatsın' dedik. Hatta ben, 'Yatıp da bilmezse ne olacak. Vahi'nin bundan haberi olmalı ki, ceza yerine geçsin' dedim.Vahi Öz'ün karısıyla kimin yatacagını belirlemek için film ekibi olarak aramızda kibrit çektik. Kibrit, Yılmaz Güney'e çıktı... Kadın da zaten tesne, hafifmesrep bir kadındı. Yılmaz'la bunlar basladılar fingirdemeye. Isi pisirdiler. Bir gün isten dönüyoruz, Toros Dagları'nın manzarası esliginde olaganüstü bir yer. Vahi yatmıs yere sırtüstü, Yılmaz'la kadın Vahi'nin göbeginde pispirik oynuyorlar. Müthis görsel bir sey. Durumu bundan iyi açıklayacak bir sey olamaz yani."
Fazla söze gerek yok... Kendine solcu diyen kimi zevat "Iste sagcı-muhafazakar Necip Fazıl'ın rezaletleri,ne mal oldugu,nasıl bir ahlaksız oldugu ortaya çıktı" derse bu sefer de sag kanattan birileri kalkar Yılmaz Güney'in ahlaksızlıklarından bahseder... Katilliginden,tekme tokat kadın dövüp,bir de arabayla ezmesinden, sette gerçek kursunlarla kafadaki ve eldeki bardaklara ates etmesinden ve "igrenç intikam alma yöntemleri"nden bahseder... Evi camdan olan baskasına tas atmasın... Benden söylemesi...

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA