Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Kalamış İskelesi'ne rujla yazılmış şiir

Ne yat limanı vardı o zamanlar, ne restoranlar, ne de bu geniş cadde...
Ama o zaman da deniz çamur rengindeydi.
Kumsalın yerini çoktan zift ve moloz yığını almıştı. Kötü koku dayanılmazdı.
Şehrin göbeğindeki muhteşem koy göz göre göre ölüme terk edilmişti.
Ama gün batımları hâlâ inanılmayacak kadar güzeldi.
Gökyüzü önce kızıla çalıp sonra hafifçe morardığında ortaya çıkan manzaraya bayılıyorduk.
Semtin insanlarını, havasını, suyunu seviyorduk. Oysa yat limanı inşaatının başlamasına az kalmıştı.
Bir greyderin gelip her şeyi yıkacağı güne kadar kıyıdaki Köhne adlı kahvede nöbet tutmaya kararlıydık.
O sıralarda serserinin tekiydim.
Vakit öğleyi geçti mi, Todori'nin yanından aşağı doğru kıvrılır, sağ tarafta Kalamış Yelken'in bahçesine; Hulusi Baba'nın kulübesine bir göz atar, sonra Köhne'de oturup arkadaşlarımın işten çıkıp gelmesini beklerdim.

***

Fakat bir iki haftadır hayatımda olağandışı kıpırtılar vardı.
Aşk kapıyı zorluyordu!
En son Fenerbahçe burnunda bir kayaya oturup onun suluboya desenlerine bakmıştık.
Edip Cansever'den şiirler okumuştuk birbirimize.
Dünmüş gibi hatırlıyorum...
Kalbimizin gümbürtüsü dalga seslerini bastırıyordu.
Sonra ne olmuşsa olmuş, " bu yürümez, bu ilişki olmaz" düşüncesi geçivermişti içimden. Sert, hırpalayıcı bir rüzgâr esmişti sanki aramızda.
Kocaman gözleriyle bana bakmış, anlamıştı.
Yavaşça elindeki kâğıtları denize bırakmıştı.
Koyu kırmızı gül şekillerinin suyun içinde çözülüp silinişini izlemiştik sessizce.
Sonra ayrılmıştık.
Ses çıkmamıştı ne ondan ne benden..
Zaten cep telefonu, mail, MSN yoktu o zamanlar! Normal telefon da ağırımıza mı gidiyordu ne! Telepati ve "kader nereye götürürse, oraya" yöntemini seçiyorduk daha çok!

***

Ve üç gün sonra bir akşamüstü yine Köhne'de oturmuş ve çay bardağını avuçlarımda sıkarak dalıp gitmiştim ki..
İçimden bir ses, "kalk " dedi, " biraz iskelede yürü!"
Upuzun iskelede biraz yürüyüp durdum.
Gözlerimi ovuşturdum. Yanlış mı görüyordum?
Yıkık dökük iskeleden arta kalmış ahşap duvara kıpkırmızı ve kocaman harflerle bir şeyler yazılmıştı.
Siyasi bir slogan olamazdı! Duvarlara yazı yazan çocuklar duvarlar ardına kapatılmışlardı. O dönemdeydik.
Yürüdüm, biraz daha yürüdüm yazıya doğru.
Ve...
Okudum.
"Özür dilerim dünya
Ben bu otelden çıkamam.
İmza: Seniha."
O'ydu. Gelmiş, kırmızı rujuyla Edip Cansever'in Bezik Oynayan Kadınlar'ından bu dizeleri yazıp gitmişti.
Anladım. Sarsıldım.
"Otel" sakinleri arasına katılmaya karar verdim.

***

Geçen hafta " Ah O Şarkılar "da Kalamış 'tan söz açmıştım.
O kadar güzel mail'ler geldi ki...
Yıllarca zihnimde özenle sakladığım " Kalamış albümü "mü açtım, sayfalarını karıştırdım.
Sevinç ve hüzün...
İkisi bir aradaydı.
Bana bu "zaman tüneli" yolculuğunu yaptıran ve özellikle de yukarıda anlattığım günü hatırlamama vesile olan Kalamışlı veya hayatının bir bölümünde Kalamış'ı sevmiş okurlarıma bütün kalbimle teşekkür ederim.
Malum, hayaller azaldıkça hatıralar çoğalıyor.
Ve bazı hatıralar güzel hayaller kadar iyi geliyor insana!

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA