Türkiye'nin en iyi haber sitesi
HAŞMET BABAOĞLU

Miyalji

Geçen çarşamba...
Yataktan bir tuhaf kalktım.
Uyuşukluk, sersemlik, yorgunluk...
Hepsini bahar mevsimiyle İstanbul arasındaki küslüğe bağladım. Aldırmadım.
Fakat şu üstüme üstüme gelen depresyon havası neyin nesiydi?
Oysa iyiydim, mutluydum! Hatta mutlu olma çabasına kafayı pek takmayacak kadar yaşımı başımı almıştım işte!
Yazı yazmam gerekiyordu. En iyisi gazeteye gitmek, diye düşündüm. Orada disipline girer; uyuşukluğu üzerimden atardım.
Gazeteye geldim. Çayımı istedim. Bilgisayarımı açtım.
Okuyacaklarımı okuduktan sonra yazımı yazmaya başlayacaktım ki...
Omuzlarımda dayanılmaz bir ağrı başladı. Derken ağrı hızla kollarıma uzandı ve parmaklarım uyuştu.
Yok! Yazı yazmak için ısrar anlamsızdı. Vazgeçtim.
Uzatmıyorum...
Anlaşıldı ki...
Hani bazılarının "hıh nevrotiğe bak!" veya "oğlum, yoksa sen de mi hastalık hastasısın" diyerek dalga geçeceği fibromiyalji rahatsızlığı yakama yapışmıştı!
Kendimi bildim bileli, ne hekim kapılarını severim, ne de hastalığın koynuna sığınıp sızlanmayı!
O yüzden olup bitenin üzerinde durmadım.
Akşam dehşetli sızlayan omuzlarımda küçük termoforlar, bacaklarımda battaniye ve onca "kafa sersemliği" ne rağmen zihnim kıpır kıpır halde koltuğa uzanmışken...
Lawrence Durell'ın muhteşem nehir romanı İskenderiye Dörtlüsü'ndeki bir kahramanın söyledikleri aklıma geldi. "Ruh hastalıkları ısmarlama yapılmıştır."
Galiba... Bedenin kimi rahatsızlıkları da öyle!
Çünkü ne yalan söyleyeyim, kaç gündür içimden sayıklıyordum.
Bir günlüğüne bile olsa...
Dünya, memleket, iş güç, aile dertleri uzak dursun, istiyordum.
Koşuşturmak yerine durmak istiyordum.
Bir görev olarak yazıp çizmek yerine kalbime "yazılmak" istiyordum.
TV ekranına dikkatle değil boş gözlerle bakmayı...
Çorbayı lezzeti için değil, içimi ısıtsın diye içmeyi... Çoktandır hatırını sorup kulak vermediğim bedenimi dinlemeyi... İstiyordum.
İstediğim oldu!
Şimdi "e, ne olmuş yani, bize ne senin rahatsızlığından" diyecek okur da yerden göğe kadar haklıdır.
Ama ortaya edilmiş büyük laflar yerine kendimden yola çıkarak kulağınıza şunları fısıldamak istedim.
Küçük ağrıları, katlanılabilir sızıları sevelim! Öpüp başımıza koyalım! Çünkü böylece çarpıcı biçimde öğreniriz ki...
Bu ağrıların katlanılamayacak kadar büyükleri de vardır ve şükür ki, şimdilik bizden uzaktadır.

YAZARIN BUGÜNKÜ DİĞER YAZILARI
Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA