Türkiye'nin en iyi haber sitesi
BAŞYAZI MEHMET BARLAS

"Ben değişmem" diyenler insanları güldürür...

Önümüzdeki kasımın ikinci haftasında Kurban Bayramı var. Bayram 16 Kasım Salı günü başlıyor 19 Kasım Cuma günü bitiyor.
Bayram öncesindeki cumartesi ve pazar ile arife günü olan pazartesiyi katar, bayram ertesindeki cumartesi ve pazarı da eklerseniz, tam dokuz günlük bir tatil var kasımda.
Bu tatil boyunca havaalanlarındaki ve karayollarındaki yoğunluğu şimdiden tahmin edebilirsiniz.
Yüz binlerce Türk Paris'te, Londra'da, New York'ta sokakları arşınlayacak.
Yüz binlerce Türk de Ege ve Akdeniz sahillerindeki, Kıbrıs'taki otelleri dolduracak.
Bir eski bayramları düşünün, bir de bugünün bayramlarını...
Artık bayram ziyareti kentliler için anı olarak kaldı.
GSM cep telefonları ile kutlama mesajı göndermek ziyaretin yerine geçiyor. "Yurtdışına çıkmak" denilen olgu kitlelerin yaşamına bir alışkanlık olarak girdi artık.

Değişim mi gelişme mi?

Oysa bir başka kente gidip otelde kalmak olağandışı bir olay değil miydi?
Anadolu esnafı toptancısını ziyaret etmek için İstanbul'a gelip bir Sirkeci otelinde kaldığı zaman, gelecek kuşaklara anlatılacak bir anıyı oluştururdu bu.
Çok uzak tarihten söz etmiyorum.
1980'de tüm Türkiye'deki turistik yatak sayısı, Yunanistan'ın Girit adasındaki yatak sayısına eşitti.
Buna "Değişim" mi yoksa "Gelişme" mi demeliyiz bilemiyorum.
Bugün her yıl milyonlarca yerli ve yabancı turistin ağırlandığı Antalya'da, "Otel" niteliğindeki ilk konaklama mekânı olan Talya 1974'te hizmete girmişti.
Biraz daha öncesine gidelim.
1960'ların sonunda Kuşadası'nda o zaman kaymakam olan rahmetli Özer Türk ile bir ciple dolaşıyorduk.
Cipi durdurup yolda gördüğü bir jandarmayı çağırdı yanına ve "Vukuat var mı" diye sordu.
Jandarma hazır ol durumunda bilgi verdi kaymakama:
- Vukuat var komutanım. Demin iki tane turist geçti buradan, dedi.

Değişime direnmek

Aslında bazılarımız "Değişim"e dirensek bile, öylesine benimsedik ki yeni hayatımızı.
Çok kanallı özel televizyonların olmadığı bir Türkiye'yi hatırlıyor muyuz?
Düşünün ki teknolojinin tutkunu Turgut Özal, interneti kullanamadı.
Sofralardaki, mutfaklarımızdaki değişimi bir düşünün.
"Turfanda" diye bir kavram vardı.
Kış meyvesi ve sebzesi kışın yenilirdi.
Ocak ayında domatesleri, salatalıkları alıp çoban salatası yapmak mümkün müydü?
1980'lere kadar Türkiye'ye tohum ithal etmek yasaktı.
Otoyol diye bir şeyi ilk kez ne zaman Türkiye'de gördüğünüzü hatırlayın.
Alışveriş merkezlerini, gökdelenleri düşünün.
Dijital iletişimi falan listeye ekleyin.

Zaman hızlandı
İlk kez kredi kartı ile ne zaman ödeme yaptığınızı hatırlıyor musunuz?
Bütün bunların hepsi gelişmiş dünyadan en az yarım yüzyıl sonra girdi yaşamımıza.
Ama artık günü gününe paylaşıyoruz bunları dünya ile.
Aynı şekilde sermaye de, düşünceler de, bireyleri ve toplumları yönlendiren eğilimler ve akımlar da, anında yansıyor bize.
Düşünün ki artık Kürtçenin yasak olmasını değil, eğitim dilinin Kürtçe olmasını konuşuyoruz.
"Zorunlu askerlik"in bu çağa uygun olup olmadığını tartışıyoruz.
Siz hâlâ "Ben değişmem" diyorsanız, sadece güldürürsünüz bunu dinleyenleri.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA