Türkiye'nin en iyi haber sitesi
ATİLLA DORSAY

Kusturica olayı ve arkasındakiler

Önceki Cuma uçaktan iner inmez karşımda bulduğum medya ordusunun tek bir sorusu vardı: Kusturica olayı hakkında ne düşünüyorsunuz? Birçok kameraya konuştum, görüşlerim hemen tüm gazetelerde çıktı. SABAH dışında: gazetede hafta içi yerim yoktu, görüşümü soran da olmamıştı.
Gerçi önde gelen tüm SABAH yazarları bu konuda yazdılar ve -şaşılacak şey- Yüksel Aytuğ dışında hepsi, Kusturica'yı mahkum etmede birleştiler. Genelde bir farklı görüşler platformu olan SABAH'da böylesine bir dil birliği hiç görülmemişti!.. Ama ben, akıntıya karşı kürek çekme pahasına, görüşlerimi yazacağım. Okurlarıma bunu borçlu olduğuma inanıyorum.
1- Kusturica'nın ilk dönemini çok sevdim, onun Balkanların kendine özgü ruhunu yansıtan en usta yönetmen olduğuna inandım. Birçok başyapıttan sonra 1995'de Yeraltı ile başlayan dönemine ise pek ısınamadım. Gerek o yıl çıkan 100 Yılın 100 Yönetmeni kitabımda, gerekse bir yıl sonra çıkan 100 Yılın 100 Filmi kitabımın son filmi olan Angelopolos'un Ulis'in Bakışı yazısının sonunda, onu ciddi biçimde eleştirmiştim. Bu kitaplar hemen tüm sinemaseverlerin kitaplığında vardır, bakılabilir.
2- Kusturica'nın Türkiye'deyken söylediği kimi şeyleri de kabul etmem mümkün değil. Örneğin yönetmen Kaplanoğlu'na soykırım konusunda, Ermeni soykırımını da lanetlemesi için yaptığı çağrıyı. Çünkü 1915 olayları tarihin içinde kaybolmuş karışık olaylardır. 80 yıl sonra, Avrupa'nın göbeğinde, çağdaş kitle iletişiminin verdiği tüm imkanlarla, adeta günügününe izlenmiş bir soykırımla kıyaslanamaz. Zaten bu yüzden yalnız biz değil, Fransa, ABD gibi ülkelerden birçok tarihçi de soykırım tanımını reddeder.
Ayrıca yönetmenin burada ettiği, bir bakanın kişiliğinde sanki bize yönelmiş gibi duran 'düşman' veya yine bizim için kullandığı 'barbarca' gibi sözleri de hoş karşılamak mümkün değildir. Kabul edelim: kahramanımız biraz densizdir!...
3- Ama tüm bunlar meselenin özünü değiştirmez. Öncelikle, dünyaca ünlü bir sanatçıyı ülkemize çağırdıktan sonra, ona açıkça hakaret edip, hedef gösterip kaçırmak, bize ve ünlü Türk konukseverliğine hiç yakışmamıştır.
4- Bu 'düşmanca' davranışın başını bir kültür bakanının çekmesi ise akıl almaz birşeydir.
Dünyanın her yerinde kültür bakanları sanatçıları korur, sever, sayar. Örneğin son Polanski olayında, sanatçının özgürlüğü için tüm Avrupa aydınlarının imzaladığı bildiriyi başlatan, Fransız Kültür Bakanı François Mitterand olmuştu. Suçun bireysel, somut ve itiraf edilmiş olmasına karşın...Kusturica'ya ise bizzat işlemediği, açık biçimde onaylamadığı ve tüm filmlerindeki hümanist anlayışla reddettiği kolektif bir suçun nerdeyse faili gibi davranmak neyin nesi?
5- Yönetmen Semih Kaplanoğlu'nun tavrı da onaylanamaz. Yine tüm dünyada sanatçılar birbirlerini tanır ve korur. Kaplanoğlu gibi artık dünya liginde oynayan, Oscar'a giden bir sanatçının, birgün biryerlerde mutlaka karşılaşacağı bir diğer büyük sanatçıya bunu yapması doğru mudur? O ligin evrensel kurallarına uyar mı?
6- Ve belki en önemlisi, bence olayın AK Parti'nin genel dış politikasıyla uyumsuzluğudur.
Bu yeni yüzyıl, hatta milenyum başlarında, AK Parti haklı ve doğru olarak komşularıyla sıfır sorun sahibi olmak, bölgedeki tüm anlaşmazlıklarda hakemlik yapmak ve heryerde beyaz sayfa açmak politikası güdüyor. Sırbistan'a da yakın zamanda, en yüksek düzeyde ziyaretler yapıldı.
Peki ama, Yılmaz Özdil'in zekice hatırlattığı gibi, son Eurovision'da Sırp ve Bosna halkları birbirlerinin parçalarına karşılıklı tam puan veriyorsa, bize ne oluyor?

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA