Türkiye'nin en iyi haber sitesi
TULU GÜMÜŞTEKİN

Taksim Meydanı bilançosu

WashIngton D.C.

Taksim meydanında başlayıp yaygınlaşan gösteriler, Türkiye'de ve ABD'de gündemden düşmüyor. Genelde bu tür protesto patlamalarını analiz etmek ve tabanını tanımlamak çok zordur. Türkiye'de meydana gelen protesto gösterileri de, büyük ölçüde gayet halisane biçimde görüşlerini ifade etmek isteyen, genç ve siyasi partilerden uzak bir topluluktan oluşuyor. Bu genel kalabalığın içinde, gündemi ve hedefleri karanlık olan bir "provokatör" örgütlenmesinin de varlığı giderek belirginleşiyor.
Yüzeysel gibi görünen bir olgu, yani Taksim Gezi Parkı'nın yeniden mimari ve şehircilik açısından düzenlenmesi, bir anda ulusal siyasetin odağı haline geldi. Toplumlarda böylesi ikincil olaylardan büyük protesto gösterileri çıkabilir. Yunanistan, geçtiğimiz yıllarda, İstanbul, Ankara ve diğer kentlerimizde yaşanan olayları neredeyse masumane düzeye taşıyacak sertlikte sokak savaşları yaşadı. ABD'de, "Occupy Wall Street" hareketi, çok ciddi sokak çatışmalarına yaralanmalara, hukuki kovuşturmalara yol açtı.
Türkiye, bu toplumlardan daha kapalı, daha az demokratik bir toplum değil. Demokratik toplumlarda da bu tür protesto patlamaları yaşanabilir. Bunları kapalı toplumlardaki özgürlük savaşlarına benzetmek, bir "Arap baharı" paraleli kurmak son derece haksız ve anlamsız olur. Slovenya'nın önde gelen yayın organı Dvevnik'te dün çıkan başyazıda da açıkça ifade edildiği gibi, Recep Tayyip Erdoğan, Hüsnü Mübarek değil, demokratik yollarla seçilmiş bir lider ve bu protestolar iktidarı değiştirmeyecek. Sadece Türkiye'de demokrasinin hayata geçirilmesinde bir merhale daha kat ediliyor. Ancak İstanbul'da olan biten, iki gündür önce NY Times, sonra Washington Post'un manşetine fotoğraf eşliğinde taşındı ve bakıldığında sanki Lübnan iç savaşını andıran görüntü ve anlatımla okuyucularını karşı karşıya bıraktı.
Ben, Avrupa Parlamentosu'nu tarım destek fiyatları için protesto eden çiftçilerin, Strasbourg'da traktörlerle telefon kulübelerini yerinden söküp nehre attıklarını gördüm. Fransa'da ortalık karıştı, insanlar polisle de çatıştılar, kimsenin aklından bunu "faşizme karşı mücadele" olarak tanımlamak geçmedi. Evet, Türkiye'de sosyal bir protesto hareketi yaşandı, evet bu protesto, büyük ölçüde halisane hislere sahip kişiler tarafından başlatıldı, evet polis güçlerinin ilk müdahaleleri çok talihsizdi. Başbakan bu konuların hepsini kabullendi. Ancak bunlar, her demokratik toplumda olan protesto gösterileridir. Demokratik toplum olmak, sadece açık, şeffaf, katılımcı seçimler düzenlemek değildir, kabul. Ancak demokrasilerde iktidar, seçimlerle değişir, başka yöntemlerle değil. Ayrıca her yerde olduğu gibi, protesto gösterileri bir zaman sonra da provokatörler tarafından çığırından çıkartılır. Daha Reyhanlı katliamının dumanları tütmekteyken, polis kuvvetlerinin gerginliğini anlamak çok da zor olmayabilir. Taksim'de hiçbir polis önlemi kalmamışken, gösterilerin Dolmabahçe'deki Başbakanlık çalışma binasına yönelmesi de zaten provokasyondan başka biçimde açıklanamaz.
İki hafta önce Başbakan'ın ABD ziyaretine katıldım ve gösterilen hüsnü kabulü bu köşede sizlerle paylaştım. Bugün Washington'da, Amerikan-Türk Konseyi toplantısı için bulunduğum çevrelerdeki Türkiye imgesinin bu denli nasıl sorgulandığını anlamakta çok zorlanıyorum. İki hafta içinde, Türkiye algısını bu denli değiştirebilecek ne oldu? Yabancı basını takip eden bir gözlemci olsam, Türkiye'deki siyasi rejimin büyük bir çalkantıya girdiğini ve geleceğin son derece sorunlu göründüğünü düşünebilirim.
Türkiye, sadece bölgesinde değil, uluslararası düzeyde ağırlığı artan bir ülke haline geldi. Bu gelişmenin vardığı nokta, Başbakan Erdoğan'ın kişiliği ve etkisi, kimi ülkeler ve mahfillerde muhtemelen o denli rahatsız edici boyutlara geldi ki, protesto gösterileri uluslararası planda bir iç çatışma gibi yansıtıldı. Böylelikle, Türkiye muhalifleri protestolara, Başbakan Erdoğan'ı devirmeye yönelik bir halk ayaklanması görüntüsü vermeye çalıştılar. Bunu kurgulamaya çalışan mahfiller, büyük ölçüde hiçbir kontrolü, sorumluluğu ve etik çerçevesi olmayan sosyal medyayı referans aldılar. Göstericiler de sosyal medya üzerinden örgütlendikleri için, her türlü istismar ve kışkırtmaya açık hale geldiler. Türkiye'de sorumlu, etik kodları ve yasal yükümlülükleri olan medya devreden çıktı. Türk ve dünya kamuoyu olarak korkunç bir hurafe kuyusuna itildik.
Sürecin Türkiye'ye verdiği önemli zarar bir tarafa, belki kuruluşumuzdan bu yana önümüze gelen altın fırsatı da kaçırmak tehlikesiyle karşı karşıyayız. Gelişmiş bir ülke haline gelip büyükler liginde oynamak için hazırlandığımız bir döneme denk geldi bu sorun. Mesuliyet bilinci içinde, artık hiçbir anlamı kalmamış bu gerginliği ortadan kaldırmak, olgun demokratik bir tavır sergilemek için çok geç değil. Herkes, hükümet, muhalefet, sivil toplum, kanaat önderleri, göstericiler ve kolluk kuvvetleri, ortak aklı harekete geçirip, çok zararlı hale gelen bu yıpratıcı sürecin durdurulması sorumluluğunu taşımaktadır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA