Efendim, bendeniz damdan düşenlerdenim. Nasreddin Hoca'nın dediği gibi, damdan düşenin hâlini damdan düşen anlarmış. 26 Mart 1989 Mahallî Seçimleri'nde ANAP yenilgiye uğrayarak Demirel'in deyimiyle yüzde 21.75'lik oy alabilmişti. Seçim neticelerinden dolayı çok üzgün olan Özal'ı ziyaret edip tesellî etmek istedim ve kısa zamanda kendimizi toparlayacağımızı söyledim. Özal yakın çevresinin tesiriyle Cumhurbaşkanı olmayı kafasına koymuştu. O'nu bu kararından vazgeçirmeye çalıştım ve Anayasa'daki siyasî sistemin, enerjik, projeci ve yenilikçi bir siyaset adamına uygun olmadığını anlattım. Lâkin merhum Özal, Cumhurbaşkanlığı'na adaylığını koydu. Tabiatıyla ANAP'lı milletvekilleri olarak O'nu Cumhurbaşkanlığı'na seçtik.
Ancak, önceden tahmin ettiğim gibi, 1982 Anayasası'nın kendisine verdiği bütün görev ve yetkileri sonuna kadar zorlamasına rağmen makamından hiç memnun değildi. Hele 1991 Seçimlerini önde bitiren Demirel Başbakan olunca, Özal'ı Köşk'e hapsetmeye çalıştı.
Gerçi Özal, Demirel'in ambargolarına rağmen, Parlamenter Sistem çerçevesinde aktif bir cumhurbaşkanlığı yaparak Türkiye'ye büyük hizmetlerde bulundu ve Türk Milleti tarafından çok sevildi ama gerçek devlet adamlığı potansiyelini kullanamadı.
Şehadetinden çok kısa bir müddet önce beni telefonla arayıp, dünya tarihinin kaydettiği en büyük siyasî mirasyedi olan Mesut Yılmaz'ı şikâyet etti. Bana, 'Ben Köşk'te çok sıkıldım; ikinci yeni programı uygulamalıyız. Cumhurbaşkanlığı'ndan istifa ederek yeni bir parti kuracağım; bu konuda kararım kesindir. Benimle var mısın?' diye sordu. O sırada ben de YDP'yi kurmuş, teşkilâtlandırmaya çalışıyordum. Buna rağmen gözümü bile kırpmadan 'Sizinle sonuna kadar varım' dedim. Daha sonra olanları -şehit edilmesi haricinde- hepiniz biliyorsunuz. Ne yazık ki bunun için ömrü vefa etmedi. Vefatından sonra ANAP kısa zamanda yüzde 1'lere kadar düştü. Neticede 3 Kasım 2002 seçimleriyle hayrülhalefi Recep Tayyip Erdoğan'ın liderliğine kadar siyasî ve ekonomik istikrarsızlıklar içinde bocalayıp durduk.