Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Zamanın ruhuna karşı Araf'ta

Post-modern çağın en önemli olgularından birisi de zamanın ruhundaki (Zeitgeist) değişimin inanılmaz bir ivme kazanmış olmasıdır. Günümüzde bir yandan zaman daha hızlı bir biçimde tarihselleşirken, öte yandan da onun ruhu benzeri bir hızla değişmektedir. Bu nedenden dolayı post-modern gerçeklikte siyaset yapımı fazlasıyla çetrefil bir karakter kazanmıştır.
Kendi toplumumuz örneğinden yola çıkacak olursak, uzun süre kutsal emanetler olarak sıkı sıkıya sarıldığımız tabularımız, kırmızı çizgilerimiz, kültlerimiz zamanın ruhunun değişimiyle o denli anlamsız hale gelmişlerdir ki, yaklaşık yirmi yıl önce tartışılmaları bile düşünülemeyen bu vazgeçilmezlerin muhafaza edilmelerinin imkânsızlığı artık toplumun çoğunluğu tarafından kabul edilir olmuştur. Buna karşılık zamanın ruhuna karşı ciddî bir direnç ortaya koyduğumuz da tartışılmaz bir gerçektir.
Bu direnç, tabir câizse, zamanın ruhuyla uyuşma konusunda bir "Araf durumu" yaratmakta ve kendini sürekli biçimde yeniden üretmektedir. Türkiye'nin şansı toplumun, zamanın ruhunu kavramakta, Resmî Türkiye'nin bir hayli önünde olmasıdır. Ancak bu yeterli olmamaktadır. Toplumdan gelen baskıyla siyaset uzun direnişleri kırdıktan sonra adımlar atmakta, fakat gecikmeli dönüşümler zamanın ruhuyla eklemleşebilmek konusunda yetersiz kalmakta, bu ise kendini tekrarlayan bir kısır döngü halini almaktadır. Toplumumuzda 1983 sonrasında yaşanan değişimin, zamanın ruhuyla eklemleşme hızını hissedilir derecede artırdığı doğrudur; ama söz konusu kısır döngü halen kırılabilmiş değildir.
Zamanın ruhu bize uzun süredir, koşullarımızın zorunlu kıldığını varsaydığımız yasakçılık temelli demokrasimiz ve vesayetçi siyasetimizin, kültlere dayalı, altın çağcılık merkezli ideolojimizin, iki savaş arası dönem ideolojilerinden de esinlenmiş millet-i hâkime temelli vatandaşlık tanımı ve millet tasavvurumuzun, dindarlığı karşıtezi olarak mütalâa eden lâikliğimizin, otarşiyi kutsayan ekonomi-politik yaklaşımımızın, kanun ile hukuk devletlerini karıştıran temel ideallerimizin ve kendine özgü, kimseye benzemeyen toplum kavramsallaştırmamızın günümüzde birer anakronizm haline geldiğini söylemektedir. Globalleşme ve İletişim Devrimi'nin de etkisiyle toplumun geniş kesimlerinin bu gerçeği hızla kavradığı ve zamanın ruhuyla uyumlu bir zihniyet değişimiyle yeniden yapılanmayı desteklediği, siyaseti de buna yönelttiği doğrudur. Buna karşılık Resmî Türkiye A'dan Z'ye zamanın ruhuna ters düşen bir zihniyetin değişimine elindeki tüm imkânları kullanarak direnmektedir.
Resmî Türkiye'nin direncini 1920'lere ait, daha doğrusu 1908 model, bir araç ile 2011'de Formula 1 yarışlarına katılmak isteyen, bunun anlamlı olamayacağını söyleyenlerin ise dünyanın en iyisi olduğunu düşündüğü özgün arabasını kıskandıklarından dolayı böyle yaptıklarını iddia eden bir şahsın davranışına benzetmek mümkündür. Bu anlamsız direnişi aşarak toplumun büyük kesiminin gerekliliğini kavradığı, zamanın ruhuyla eklemleşmeyi sağlayacak bir dönüşümü gerçekleştirecek kurum doğal olarak siyasettir. Ancak toplumumuzda son yıllarda alanını bir hayli genişletmesine karşılık siyasetin hâlâ sınırlı bir manevra sahasının bulunması, tabu ve kırmızı çizgilerimizin "siyaset üstü" olarak kavramsallaştırılmış bulunmaları ve bunların da ötesinde pek çok yönü zamanın ruhuyla çelişen resmî ideolojimizin "zamanın değişiminden etkilenmeyen" kutsal bir dogma olduğunun düşünülmesi ve bu inancın siyasetin de bir bölümü tarafından içselleştirilmesi söz konusu dönüşümün gerçekleşmesini zorlaştırmakta, en azından onun hızını düşürmektedir.
Bu nedenle yapılabilen değişimlerin hızı da zamanın ruhunun postmodern dünyadaki değişimine ayak uyduramamakta, daha da vahimi, gerçekleştirilen dönüşümler de bu ruhu geriden izlemektedir. Gene bir benzetme yapacak olursak, uzun bir direniş sonrasında daktiloyla yazı yazmayı kabullenerek bu alanda büyük bir atılım yaptığını düşünen bir şahsın bu nedenle bilgisayar kullanmayı reddetmesi gibi, toplumumuz değişim hamlelerini yeterince hızlı biçimde gerçekleştiremediği için, bunları yaptığı halde zamanın ruhuna ayak uyduramamaktadır.
Bir asrı aşan bir süre çağın ruhunun zorladığı dönüşümlere, ancak bıçak kemiğe dayandığında gecikmeli hamlelerle cevap verebilen Osmanlı ve Avusturya- Macaristan İmparatorlukları ile daha kısa süre için de olsa değişime benzer bir tavır alan Sovyetler Birliği "zamanın ruhuna karşı Araf'ta kalan" toplumlara verilebilecek güzel misâllerdir. Bu yapılar önce dış dünyaya kapalı, kendilerine özgü bir "zaman ruhu" yaratmaya gayret etmişler, bunda başarılı olamayınca da zamanın ruhuyla çelişen tabularını onunla bağdaştırmaya çalışmışlardır.
Ancak, bu yapılar, zamanın ruhuyla ilişkide bir Araf durumu yaratan değişim gayretlerine, meselâ Tanzimat, 1867 sonrası Avusturya Reform hareketi ve Perestroika benzeri programlara karşın, zamanın ruhuna gecikmeli cevaplar vermeleri nedeniyle tasfiye olmaktan kurtulamamışlardır. Dolayısıyla "Araf'ta kalma" uzun vâdede zamanın ruhunu reddetmeden farklı sonuçlar vermemekte, sadece tasfiye sürecinin geciktirilmesini sağlayabilmektedir.
Türk toplumunun zamanın ruhunu yakalaması ve onunla eklemleşebilmesi için ciddî ve kapsamlı bir zihniyet değişimine ihtiyacı vardır. Yasakçılık değil özgürlük temelli, kanun değil hukuk devletini idealleştiren demokrasi, çoğulcuğu, katılımı ön plâna alan, vesayet zincirlerinden kurtulmuş siyaset, etnik vurgu yapmayan kapsayıcı vatandaşlık, buna dayalı bir millet tasavvuru ve lâik bir lâikliğin bu eklemleşebilme için öncelik taşıdığını vurgulamak yanlış olmaz. Tarihselleştiremediği bir dönemin altın çağdaşlaştırılmasıyla yeniden üretilen anlamsız tabularından, kırmızı çizgilerinden, kültlerinden ve anakronik yapılarından kurtulmuş bir Türkiye zamanın ruhuyla ilişkisinin karakterini değiştirecek ve zannedilenin ötesinde bir atılım yapacaktır.
Bu yapılmadığı, anlamsız bağdaştırma çabaları sürdürüldüğü takdirde ise zamanın ruhu acımasız tasfiyesini gerçekleştirecektir. Unutmayalım ki, zamanın ruhuyla ilişkide Araf'ta kalmanın gerektiği, Araf'ın bize en uygun yer olduğu fikri de, belki de diğerlerinden önce kurtulmamız gereken, bir tabudan başka bir şey değildir.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA