Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Üç modernlik tarzı

Yaklaşık iki asırdır modernliğin (daha sonra da postmodernliğin) getirdiği sorulara cevap vererek yeni bir modernite oluşturmaya gayret eden toplumumuzda bu alanda tarihî süreç içinde üç temel yaklaşım gözlenebilir.
Bunlardan birincisi yasakçılıkla desteklenen tektipleştirici otoriter modernleştirmeciliktir. En çarpıcı misâlleri II. Mahmud ve erken Cumhuriyet uygulamalarında görülen bu yaklaşım, "eski"yi ortadan kaldırarak tekil bir modernlik yaratma ve bunu gerekirse zor kullanarak topluma benimsetmeyi hedeflemiştir.
Bu alanda gözlenen ikinci yaklaşım ise "eski" ile "yeni," gelenekle ilintili olanla onu reddedeni bir arada yaşatarak, bunların beraberce yeni bir modernlik yaratmalarına müsaade etme siyasetidir. Tarihî süreçte bu siyasetin gerçekte liberal bir anlayıştan ziyade "yeni"nin, kendisiyle rekabet edemeyeceği varsayılan,"eski"yi tedricen ortadan kaldıracağı varsayımıyla, yasaklayıcı modernleştirmeciliğin doğuracağı tepkilerden kaçınma isteminden kaynaklandığını belirtmek doğru olur. Buna karşın bu yaklaşım neticede bir değil çok sayıda "modernlik" olabileceği ve geleneğin de kendisini modernlikle bağdaştırarak yeni modernlikler yaratılmasına katkıda bulunabileceğinin anlaşılmasına yardımcı olmuştur. Tanzimat sonrası "Osmanlı modernliği" ile 1950 sonrası Türk modernleşmesi, dönemsel farklılıklar göstermekle birlikte, bu anlayışın ürünüdür.
Modernleşme konusunda benimsenen üçüncü siyaset ise bizatihi geleneğin modernite ile bağdaştırılabileceği, onun tekil modernlik tezi savunucularının iddia ettiklerinin tersine farklı modernlikler yaratılmasına ciddî katkılarda bulunabileceği varsayımından hareketle bunun, bilinçli olarak, yaratılmaya çalışılmasıdır. İki asrı aşan tarihî süreçte II. Abdülhamid dönemi ile 1983 sonrası (28 Şubat süreci benzeri parantezler bir kenara bırakılırsa) Türk modernleşmeleri bu alandaki en çarpıcı yaklaşımlardır.
Bu farklı modernleşme anlayış ve siyasetlerinin çoğulculukla ilişkisi ise oldukça karmaşıktır. Tektipleştirme hedefli, yasakçı modernleşme tabiatı gereği otoriter karakter taşımıştır. Bu tür modernleşme gayretlerinin sergilendiği II. Mahmud ve erken Cumhuriyet dönemlerinin siyasî otoriterliğin zirveye ulaştığı zaman dilimleri olması tesadüf eseri değildir. Buna karşılık farklı modernliklere izin veren Tanzimat modernleşmesi bürokratik diktatörlük altında gerçekleşirken, 1950 sonrası uygulamaları göreli çoğulculuk ortamında sahneye konulmuşlardır. Gelenek-modernite ilişkisini farklı yorumlayan, bunların bağdaştırılmasıyla farklı modernlikler yaratılabileceğini savunan siyasetler ise II. Abdülhamid rejimi gibi otoriterlik vurgusu fazlasıyla baskın bir yapıyla, bunun tam tersine Türk siyasetinin liberalleştiği bir dönemde uygulanmışlardır.
Dolayısıyla tektipleştirme hedefleyen yasakçı modernleşme ile otoriterlik arasında doğrudan bir ilişki var olmakla beraber diğer iki modernleşme ile çoğulculuk arasında böylesi basit bir paralellik kurulması oldukça zordur. Burada önemli olan modernleşmenin biçimi, diğer bir ifadeyle, bunun yukarıdan aşağıya ya da tabandan gelen talepler çerçevesinde gerçekleşmiş olmasıdır.
1983 öncesi Türk modernleşmesinin temel sorunu yukarıdan aşağıya yapılmaya çalışılmasıdır. 1950'den sonra bir yumuşama gözlendiği, kitlelerin bu alandaki tercihlerinin de göz önüne alındığı, farklı modernlikler olabileceğinin kabullenildiği doğrudur; ama gerçek anlamıyla yukarıdan aşağıya, çoğulcu bir modernlik anlayışının son yirmi beş yıla ait bir gelişme olduğunun vurgulanması gerekir.
Bu nedenle söz konusu modernlik benzer bir anlayışın yukarıdan aşağıya yaratılmaya çalışıldığı II. Abdülhamid dönemi çabalarıyla önemli bir farklılık gösterir. Meselâ Saray desteğiyle çıkarılan Hanımlara Mahsus Gazete'nin gelenek ile modernliği bağdaştırarak, modernliği Tanzimat sonrasının aşırı Batılılaşmasından farklı biçimde yorumlayan "ideal kadın tipi," günümüzde dile getirilen benzer sentezlerden bu alanda farklılık gösterir. Söz konusu ideal kadın tipi son tahlilde yukarıdan aşağıya seçkinler düzeyinde bir değişikliğe neden olurken, günümüzde var olan bundan çok farklı yorumlar yapmayan sentez aşağıdan yukarıya, kitleyi kapsayan bir dönüşümü gerçekleştirilmektedir.
Farklı modernliklerin beraber yaşamaları, bunların aşağıdan yukarıya oluşturulmalarının ne denli ehemmiyet taşıdığı unutulmamalıdır. Bu toplumumuzun en ciddî sorunlarından birisi olan seçkin-kitle (avam-havas) kültürleri arasındaki büyük uçurumun kapatılmasına hatırı sayılır katkıda bulunmaktadır.
Her toplumda seçkin ve kitle kültürleri arasında farklılık bulunması doğaldır. Ancak bu kültürlerin birbiriyle neredeyse hiç ilişkisi bulunmayan yapılar halini almaları ciddî sorunları beraberinde getirir. Tanzimat sonrasının aşırı Batılılaşmasıyla ortaya çıkan bu uçurum, Devr-i Hamidî'de bir ölçüde kapanmış, yaratılan yeni Osmanlı modernliği ciddî bir bağdaştırma yaratmıştı. Erken Cumhuriyet ideolojisinin tekil modernlik yaklaşımı ve otoriter uygulamaları aradaki makasın yeniden açılmasına yol açmıştır. 1950 sonrasında tekrar kapanmaya başlayan bu uçurum, bilhassa 1983 sonrasından itibaren, yukarıda zikrettiğimiz parantezler dışında, artan bir ivme ile her toplumda var olan olağan bir açıklığa dönüşmeye başlamıştır.
Bunun her şeyden önce toplum niteliği kazanmak adına ne kadar önemli olduğu göz ardı edilmemelidir. Bu nedenle "gericilik," "taassub," hattâ bizzat "modernlik düşmanlığı" olarak yorumladıkları farklı modernliklerin kendi tekil modernlik alanlarını işgale kalkıştıkları, onu kirlettiklerini düşünen bireylerin bu tavırlarını yeniden değerlendirmeleri anlamlı olabilir. Farklı modernlikler, seçkin ve kitle kültürleri arasındaki farklılıkları azaltarak, bunlar arasındaki gri alanları genişleterek, gerçekte, toplumsal kaynaşmayı artırıcı bir rol ifa etmektedirler.
Burada dikkat edilmesi gereken bir husus da aşağıdan yukarıya oluşturulan, gelenekle modernliği bağdaştıran yaklaşımın dışlayıcı ve kendisinin maruz kaldığına benzer tektipleştiricilikten kaçınmasının gerekliliğidir. Uzun süre aşağılanan, modernlikleri sorgulanan kesimlerin, duydukları mağduriyet nedeniyle, benzer tutumları benimsemeleri toplumsal kaynaşmanın yaratılmasının önünde ciddî bir engel oluşturur.
Farklı modernliklerin doğal karşılandığı, bunların çatışmadan bir arada var olabildiği bir Türkiye, kendilerine seçkinlik atfedenlerin kapalı, steril alanlarda tekil modernlik yaşadığı yapılara kıyasla çok daha "modern" ve kaynaşmış bir toplum olacaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA