Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

Kötü Osmanlı, iyi Osmanlı'yı dövmeli mi?

Türk basınında sıklıkla karşılaşılan bir tartışma "Osmanlı"nın nasıl kavramsallaştırılacağı üzerinedir. Erken Cumhuriyet rejiminin kendi meşruiyetini temin amacıyla monolitik bir "Osmanlı" geçmişi yaratması ve bunu "Türk tarihinin kara dönemi" olarak nitelendirmesi, toplumda derin etkiler yaratmıştır. Resmî ideolojinin altı yüz yılı aşkın bir zaman diliminden seçtiği "başarısızlık," "çağdışılık," "bilim aleyhtarlığı," "güzel sanat düşmanlığı" "siyasî şiddet" ve "Türklüğe ihanet," örnekleriyle dokuduğu bu "devr-i sabık" gergefi literati tarafından fazlasıyla içselleştirilmiştir.
Bu tür bir monolitikleştirme doğal olarak onu tersinden üreten bir antitez yaratmıştır. Bunu üretenler de altı yüz yıl içinden seçtikleri örneklerle "başarılı," "çağ açıcı," "bilime değer veren," "güzel sanatlar hâmisi," "barışı altında herkesin huzur bulduğu" ve "Türklüğü yücelten," "mükemmel" bir "Osmanlı" tasavvuru resmetmişlerdir. Benzer bir monolitikleştirmenin kuruluşunda sağ olanlardan bâzılarının hayatta olduğu Cumhuriyet için bile yapılmasının anlamsızlığı ortada iken, "İyi Osmanlı-Kötü Osmanlı" tartışmasının sürdürülmesi, tarih bilgisi noksanlığından ziyade, resmî ideolojinin topluma nüfûzuyla alâkalı bir konudur.

Osmanlı'yı monolitikleştirmek?

Oysa sorgulanması gereken "Osmanlı"nın "iyi" ya da "kötü" olduğu değil, bu sonuçlardan birine ulaşmak için yapılan monolitikleştirmenin ne denli anlam taşıdığı ve resmî ideolojinin ne ölçüde içselleştirildiğidir.
Günümüzde üretilen "Kötü Osmanlı" kavramsallaştırması temelde, Kemalist ideolojinin, İkinci Meşrutiyet Garbcılığı'ndan devraldığı "en üst seviyesine modern Avrupa toplumlarında ulaşılan" "tekil" bir medeniyet düşüncesinden kaynaklanır. Meselâ saygıdeğer bir yazar tarafından dile getirilen Osmanlı'da "resim, tiyatro, roman, heykel, çok sesli müzik yoktu" benzeri eleştiriler, söz konusu monolitikleştirmenin ne denli sorunlu olduğunu göstermenin ötesinde "tekil medeniyet" fikrine dayalı, yukarıdan aşağıya estetik modernleştirme ile sağlanacak toplumsal dönüşüm projesinin de topluma nüfûz derecesini ortaya koyar. "Musikî İnkılâbı" benzeri girişimlerin fikrî arka plânını oluşturan bu tezin temel sorunu "tekil bir medeniyet" ile onun ürünü olan "tekil bir modernlik" tasavvuruna dayanmasıdır.
Bu örneğin de gösterdiği gibi altı asır süren bir yapıyı monolitikleştirmek imkânsızdır. Meselâ Osmanlı'da "resmin olmadığı" bir dönem olduğu gibi, Şeker Ahmed Paşa ya da Osman Hamdi Bey gibi ressamların günümüz müzayedelerinde paylaşılamayan tablolar ürettikleri bir dönem de yaşanmıştır. Aynı şekilde "romanın olmadığı" bir çağı Yovsep Vardanean, Vasil Drumev, Evangelios Missailidis, Ahmed Faris el-Şidyak, Şemseddin Sami Fraşeri gibi yazarların değişik Osmanlı lisanlarında çok sayıda romanı kaleme aldıkları bir çağ izlemiştir.

Resmî ideolojinin başarısı

Avrupa-merkezli özcü bir kültür "kavramsallaşması" üzerinden üretilen "tekil bir medeniyetin ürünü olan tekil modernlik" fikri ise monolitikleştirmeden daha önemli sorunları beraberinde getirmektedir. Bu gözle bakıldığında Tanzimat öncesi kültür ürünlerinin "gerçek kültür ürünleri olmadıkları" gerekçesiyle çöpe atılması gerekmektedir, ki Erken Cumhuriyet ideolojisi de bu konuda, tıpkı 1889'da "kütüphanelerde boş yere yer kaplayan divanlar"dan şikâyet eden Dr. Şerafeddin Mağmumî gibi, benzer bir uygulamayı tavsiye etmiştir.
"Kötü Osmanlı" kavramsallaştırmasının yukarıda ele aldığımız iki mahzuru kadar önemli bir diğer sorunu ise oldukça kuvvetli "Türk milliyetçiliği" vurguları içermesidir. Türk Tarih Tezi, Osmanlı geçmişinin "Neolitik çağda tüm dünyaya medeniyet taşımış bir ırkın" karanlık tarihi olduğunu savunmuştu. Aynı tez Osmanlı kültürel sentezini de "Türklüğe dayanmadığı" gerekçesiyle eleştiriyordu. Günümüzde dile getirilen "Ermenilere ya da Ermeni devşirmelere dayanan mimari vardı" benzeri eleştiriler, geçmişe ulus-devlet değerleriyle yaklaşarak "Ermenilerin Osmanlı olmadığını" varsaymalarının yanı sıra, resmî ideoloji milliyetçiliğinin ne denli içselleştirildiğini gösterirler.
Burada üzerinde durulması gereken kendini milliyetçilik ve Kemalizm karşıtı pozisyonlarda konumlandıran Türk literatisinin resmî ideoloji tezleri ve milliyetçiliğinden fazlasıyla etkilenmiş olmasıdır. Kendisini böyle konumlandıran bir gazeteci bu hafta kaleme aldığı "Osmanlı'nın Nesini Beğeniyoruz Gerçekten?" başlıklı yazısında kendisine anlatılan ve Osmanlı donanmasının yaptığı bir gafı ele alan "hikâye"den yola çıkarak bir "Çağdışı Osmanlı" portresi çizmekteydi.
İlginçtir ki Sağ Kemalizm ideoloğu Recep Peker de İnkılâb Dersleri'ne Çeşme Vak'asına yol açan "imparatorluğun yüzünü kızartacak mahiyette"ki bir değerlendirme hatasından hareketle "Osmanlı idarecilerinin kafaları"nın ne denli geri olduğunu anlatarak başlamayı uygun görmüştü. Peker, söz konusu gazeteci gibi, bu tür örnekler üzerinden bir "Çağdışı Osmanlı" portresi çiziyor ve "İnkılâb öncesi" geçmişi reddetmemizin gerekliliğini vurguluyordu. Kendisine en acımasız eleştirileri yöneltenlerin de zihniyet yapısını şekillendirebilmiş olması, resmî ideolojinin, zannedilenin tersine, fazlasıyla başarılı olduğunu kanıtlar.

Reddetme-mükemmelleştirme

Mesele bu örneklerin gerçekle ne ölçüde bağdaştığı değil, altı asır süren bir yapının bunlar aracılığıyla ideolojik monolitikleştirilmeye tabi tutulmasıdır. Her toplumun tarihinde bu tür olaylar yaşanmıştır. Meselâ 1893'te Trablus limanı önünde binlerce meraklının seyrettiği bir manevrada verilen hatalı emir neticesinde göz göre göre diğer bir harp gemisiyle mahmuzlaşan İngiliz Akdeniz Filosu'nun amiral gemisi Victoria batmış, yüzlerce denizci de ölmüştür. Ancak İngiliz tarihinin belli bir bölümünün bu ve benzeri olaylardan hareketle monolitikleştirilerek reddedilmesi, anılan türde bir ideolojik bakış söz konusu olmadığı için, kimsenin aklına gelmemiştir.
"Kötü Osmanlı" kavramsallaştırmasının gördüğü teveccüh, resmî ideolojinin topluma nüfûzunun derecesini göstermesi bakımından önemlidir. Bunun karşı tezi olarak üretilen "İyi Osmanlı" monolitikleştirmesi de benzer sorunlar taşır. Her ikisi de anlamsız iki kavramsallaştırma etrafında sürdürülen tartışmanın verdiği en büyük zarar ise geçmişini "tarihselleştiremeyerek" onun "mükemmelleştirilme"si ile "reddi" arasına sıkışan, "tarihsiz" bir toplum yaratmasıdır.

***

Altı yüz yılı aşkın bir tarihî süreci "Osmanlı" olarak kavramsallaştırmamız ve bunun sonucunda "iyi" ya da "kötü" biçiminde değer yargılarına ulaşmamız bu çabanın anlamsızlığının ötesinde toplumumuzu "tarihsizliğe" mahkûm etmektedir

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA