Türkiye'nin en iyi haber sitesi
M. ŞÜKRÜ HANİOĞLU

"Bizde o da var" ideolojisi neyi temsil ediyor?

Türkiye'nin temel sorunlarından birisi farklı düşünce akımlarının "olumlu yönlerini" temsil ettiğini savunarak siyaset ve entelektüel tartışmayı kuşatan "bizde o da var ideolojisi"dir.

Mısır ve Türkiye'de Batı kamuoyunca "liberal" olarak tanımlanan birey ve toplulukların "liberal düşünce" ile ilişkisi olmadığını vurgulayan yazım üzerine değerli okuyuculardan çok sayıda ileti aldım.
Gösterilen ilgi konunun yeniden ve farklı bir açıdan değerlendirilmesinin yararlı olabileceğini ortaya koymaktadır.

"Bizde o da var" ideolojisi
Türkiye'de karşılaşılan sorun "liberallik" ile ilişkisi olmayan, onun savunduklarıyla taban tabana zıt yaklaşımları benimseyen bireylerin "liberal" olarak tanımlan- masının oldukça ötesindedir. "Liberallik" üzerinden açıklanılmaya çalışılan bu sorun, Türkiye'de siyaset ve entelektüel tartışmayı kuşatan ve "bizde o da var ideolojisi" olarak adlandırılabilecek bir yapılanmanın varlığıdır.
Söz konusu yapılanma "aydınlanma" "yaşam tarzı" ve "sekülerlik" üzerinden "özgürlükçü ve liberal" maskesi takmakta, "antiemperyalizm" ve "devrimcilik" söylemiyle "sol ve sosyal demokrat"lığa sahip çıkmakta, "halkın çıkarını temsil" iddiasıyla "demokrat"lığın sözcülüğüne soyunmakta, dolayısıyla âdeta bir "toplumsal alan Gresham kanunu" işlevi görerek, bu ideolojilerin aslına uygun "iyilerini" entelektüel ve siyasî tartışmadan kovmaktadır.
Milliyetçi vurguları kuvvetli bu ideoloji, kendinden menkûl "ulus inşa etme" yöneticiliği vazifesiyle, "milliyetçiliği" de kimseye bırakmama kararlılığını ortaya koymaktadır.
Tarihî süreç incelendiğinde "bizde o da var" ideolojisinin Türkiye'de liberal ve sol düşüncenin fazlasıyla sınırlı toplumsal destek görmesinin aslî nedeni olduğunu söyleyebilmek mümkün değildir.
Ancak bu ideoloji, toplumsal örgütlenme şeklinden dolayı gelişimi sınırlı kalmış entelektüel ve siyasî hareketler üzerindeki iddiası nedeniyle, hem onların güçlenmesini önlemiş, hem de kendisini gerek topluma gerekse de Batı kamuoyuna bunların temsilcisi olarak sunmuştur. Daha da önemlisi bu iddia her iki çevrede de kabûl görmüştür. Şüphesiz bu alanda verilebilecek en güzel örnek Türkiye'yi Sosyalist Enternasyonal'de CHP'nin temsil etmesidir.
Gerçekte asır sonu entelektüel dünyasıyla iki savaş arası dönem otoriterliğinin ürünü olan bu ideoloji, tedricen eklektik bir karakter kazanarak ve "memleket için ne gerekliyse" onu yapabileceğini iddia ederek, süreç içerisinde "sol"dan "liberalizm"e, "milliyetçilik"ten "demokratlığa" ulaşan bir yelpazdeki akımların "olumlu yönlerini" temsil iddiası geliştirmiştir. Ancak eklektik karakter kazanması, onun diğer akımların gerçek temsilcilerine yönelik yasaklayıcı yaklaşımları benimsemesini önlememiştir.
Türkiye'nin temel sorunlarından birisi, hiç şüphesiz, Oryantalist lenslerle bakıldığında "liberal," "özgürlükçü" ya da "sosyal demokrat" olarak yorumlanabilen söz konusu otoriter ideolojinin toplumun siyaset eksenindeki ana kutuplardan birisi olmasıdır.

Muhafazakârlık kutbu
"Bizde o da var ideolojisi"
kazandığı eklektik karakter sayesinde kendisiyle uyuşması imkânsız pek çok görüşün temsilcisi olduğunu iddia edebilmiş, onların gerçek savunucularını ise entelektüel tartışma ve siyasetten kovmuştur.
Detaylı bir toplumsal mühendislik programı gerçekleştirmeyi hedefleyen bu ideoloji, Hegelyen bir kapsayıcılık iddiasına da sahip olmuştur. Bu yaklaşımı nedeniyle de pek çok kavram gibi "din" ve "dindarlık"ı da yeniden tanımlama, yorumlama ve dönüştürme çabası içine girmiştir.
Toplumumuzda din ile bağlantısı olmayan bir muhafazakârlığın düşünülememesi nedeniyle, söz konusu girişim bu alanı da kontrol altına almaya çalışmıştır.
Diğer bir ifadeyle "bizde o da var ideolojisi", tıpkı "sol"un solculara bırakılamaması gibi, "din"in de dindarlara bırakılamayacak kadar önemli olduğunu düşünmüştür. Buna karşılık "dinin olumlu yönlerinden" yararlanarak "muhafazakârlık"a sahip çıkılması ve onun gerçek temsilcilerinin entelektüel alandan kovulmasında "sol" ve "liberal" düşünce alanlarında yaşanmayan (milliyetçilik alanında ise bir ölçüde yaşanan) bir zorlukla karşılaşmıştır.
Geniş toplumsal tabanı bulunan muhafazakârlık tüm yasaklama ve cezalandırmalara karşın alanına yönelik müdahaleye şiddetle direnmiş ve ona farklı yorumlarla sahip çıkmak isteyen "gerekirse onu da biz yaparız" yaklaşımını reddetmiştir.
Benzer karşı çıkışlara teşebbüs eden "sol" ve "liberal" hareketler uzun süre seslerini duyuramazken, "muhafazakârlık" tabanından aldığı güçle siyasetin diğer temel kutbu haline gelmiştir. Yaşanan bu süreç ve değişim talep edici yaklaşımın muhafazakârlığı daha demokrat bir çizgiye kaydırdığı şüphesizdir.
Bu nedenle muhafazakârlık demokratikleşmeyi, buna karşılık "özgürlük" söylemini dilinden düşürmeyerek "sol" ve "liberal" görüşleri temsil etme iddiasında olan ve bu iddiası Batı kamuoyu tarafında onaylanan karşı kutup sınırlandırılmış siyaseti savunmaktadır.

Eşyanın tabiatı ve beklentiler

Dolayısıyla demokratikleşme açısından bakıldığında Türkiye'nin temel sorunu muhafazakârlığın konumu değildir. Uzun yıllar "status quo"ya direnme ve değişim bayraktarlığı yapma muhafazakârlığı görece bir demokratlığa taşımıştır.
Mevcut iki temel sorundan birincisi eklektik bir toplumsal mühendislik projesinin "liberal", "sol", "sosyal demokrat", "milliyetçi" benzeri yaklaşımların tümünün "olumlu yönlerinin" kendisinde varolduğunu savunarak onların gerçeklerini siyasetten kovmaya çalışmasıdır. Siyasetin iki temel kutbundan birisinin otoriter bir projenin tekelinde bulunması ciddî bir yapısal sorundur.
İkinci sorun ise böylesi bir kutuplaşmanın, muhafazakârlık"a yönelik, eşyanın tabiatına aykırı beklentileri beraberinde getirmesidir. Türkiye'de muhafazakârlığın düşünsel düzeyde "status quo" karşıtı ve demokratik değişimi destekleyen bir çizgiye kaymış olmasının önemi gözardı edilemez.
Bunun neticesinde muhafazakârlık gerçek "liberal" ve "sol" düşünce sahiplerinin de eleştirdiği, iki savaş arası otoriterliğini aşamayan "bizde o da var" ideolojisinin "status quo" bekçiliği karşısında değişim ve demokratikleşmenin motor gücü olmuştur.
Buna karşılık "muhafazakârlık"ın karşıt "bizde o da var" ideolojisine dönüşmesini beklemek anlamlı değildir; bu yapısal sorunun ikiye katlanması ve siyasetin felç olması demektir. Bundan daha da anlamsız olan ise muhafazakârlıktan "liberal" ve "sol" olmasını beklemektir.
Dolayısıyla gerekli olan, bu tür eş yanın tabiatına aykırı beklentileri dile getirmek yerine "bizde o da var" ideolojisinin marjinalleştiği, gerçek anlamda "liberal", "sol" ve diğer düşüncelerin anlamlı temsile kavuştuğu bir toplumun yaratılmasına çalışmaktır.

Yasal Uyarı: Yayınlanan köşe yazısı/haberin tüm hakları Turkuvaz Medya Grubu’na aittir. Kaynak gösterilse veya habere aktif link verilse dahi köşe yazısı/haberin tamamı ya da bir bölümü kesinlikle kullanılamaz.
Ayrıntılar için lütfen tıklayın.
SON DAKİKA